Arap Baharı Ortadoğu'daki pek çok dengeyi yerinden sarsıp adeta mezhep eksenli bir mevzilenmeyi dayatırken, Türkiye-Irak Kürdistan'ı ilişkilerinde de yeni bir dönemin kapılarını araladı.
Bölgedeki güç dengesi ve ittifakların yeniden gözden geçirilmesinde Suriye krizinin belirleyici bir rol oynadığı yadsınamaz. Türkiye'nin, yanı başındaki kıyıma sessiz kalmak istememesi, İran gibi Irak'taki Nuri el Maliki yönetimini de rahatsız etmektedir. Ülkedeki Sünni Araplar ve Kürtleri yönetimden uzaklaştırıp İran'ın da desteğiyle kendi Şii yönetimini pekiştiren Nuri el Maliki, Suriye'deki Şii yönetimin iktidarda kalması için Türkiye'ye meydan okumakta sakınca bulmamaktadır. Türkiye'yi Irak ve komşu ülkelerin iç işlerine müdahale etmekle suçlayan Maliki'ye göre, " Türkiye bölgedeki herkes için düşman bir devlet haline" geliyor. Böylece Suriye krizi Türkiye ve Irak yönetimlerini karşı karşıya getirirken, Irak Kürtleri ve Türkiye'yi ortak politikalar etrafında birleştiriyor. Türkiye'nin Kerkük referandumu konusundaki "vetosunu" kaldırması durumunda, Türk-Kürt ilişkileri stratejik bir ortaklığa doğru gidebilir.
Irak yönetiminin 11 Mart 1970'te Kürtlerle imzaladığı otonomi anlaşmasının tam anlamıyla yürürlüğe girmemesinin en önemli sebebi Kerkük sorunuydu. Anlaşmanın 1. yıldönümüne üç gün kala Saddam Hüseyin, Kürt hareketine Kerkük şehrinin yarı yarıya paylaşılması önerisini getirdi. Ancak Barzani bu öneriyi geri çevirdi. Kerkük'ün Kürtlere bırakılmasını adeta Irak'ın elden çıkarılmasıyla eşdeğer kabul eden Saddam, İran'la imzaladığı Cezayir Antlaşması çerçevesinde Şattularap'tan vazgeçti ve İran'ın da desteğini sağlayarak 7 Mart 1975'te Kürtlere karşı topyekûn bir saldırı başlattı. Böylece Kürtler 1975'ten 1991 yılına kadar, Halepçe ve Enfal kırımları dâhil olmak üzere tarihlerinin en kanlı dönemini yaşadılar. Kuşkusuz bütün bu acıların en önemli sebebi Kerkük konusunda bir taviz vermek istememeleriydi. Dün olduğu gibi, bugün de Kerkük Kürt meselesinde Gordion Düğümü rolünü oynamaktadır. Ancak bu düğümü çözmede, Türkiye hiçbir dönemde olmadığı kadar tarihî bir fırsatı yakalamış bulunmaktadır. Eğer Türkiye, Kerkük meselesinde Irak Anayasası'nın uygulanması yönünde bir politika benimserse, Yavuz Sultan Selim döneminde temelleri atılıp en az üç yıl devam eden Kürt-Türk barışı ve ittifakını yenilemiş olacaktır.
Bilindiği gibi Irak Anayasası'nın 140. maddesi, Kerkük, Hanekin ve diğer sorunlu bölgelerin, en geç 31 Aralık 2007 yılının sonuna kadar nüfus sayımı yapılarak referandumla Kürdistan Bölge Hükümeti veya Bağdat'a bağlanmasını şart koşmaktaydı. Bu amaçla Kerkük ve diğer sorunlu bölgeler ile ilgili yapılması planlanan referandum tarihi olarak 15 Kasım 2007 yılı gösterildi. Ardından 15 Kasım 2007'de yapılması amaçlanan referandum tarihi, "normalleşme" sürecinin tam anlamıyla sağlanmadığı gerekçesiyle 31 Aralık 2007 tarihine alındı. Ancak 31 Aralık 2007 tarihine iki hafta kadar bir zaman kalmışken BM Irak Özel Temsilcisi Steffan de Mistura, Kerkük referandumunun 6 ay ertelenerek 31 Mayıs 2008 tarihinde yapılması önerisinde bulundu. Böyle bir ertelemenin teknik ve lojistik zorluklar nedeniyle gerekli olduğunu ileri süre BM, anayasa hükmünün yerine getirilmesi amacıyla Ocak 2008'den başlayarak 140. maddenin uygulanması için kurulmuş olan Yüksek Komite ve diğer yetkililerle gerekli çalışmalara başlayacaktı.
Aynı şekilde Nuri el Maliki hükümeti de Ocak 2007'de, 140. maddenin uygulanması amacıyla "Kerkük'ün Durumunu Normalleştirme Komisyonu"nu kurarak, bu komisyonun başına Adalet Bakanı Hashim Abderrahman al-Shibli'yi atadı. Komisyon Şubat 2007'de, kendi şehirlerine dönecek olan Sünni Araplar için 15 bin dolar para yardımında bulunma ve dönecekleri yerlerinde arsa tahsis etme kararı aldı. Ancak aynı yılın mart ayında, Komisyon Başkanı Shibli, partisi ile hükümet arasındaki anlaşmazlığı ileri sürerek istifa etti. Bu kez Ağustos 2007'de onun yerine diğer bir Sünni Arap olan Raed Fahmy Jahid, komisyon başkanı olarak atandı. Aynı yıl 12 bin 600 Arap ailesi, komisyonun önerileri doğrultusunda Kerkük'ten ayrılmaya hazır olduklarını beyan etmelerine karşılık, herhangi bir gelişme sağlanamadı ve daha sonra komisyon işlevsiz kaldı. Aslında ta başından beri ne Sünni ve ne de Şii liderler, Saddam rejimi döneminde Kerkük'e yerleştirilmiş olan Arapların şehirden ayrılmasına taraftar değildi. Zaten komisyon da, Kürt liderlerin hükümetten çekilme tehdidi üzerine kurulmuştu. Öte yandan komisyonun çalışmalarını sürdürmesine sadece Irak içindeki muhalifler değil, başta Türkiye olmak üzere kimi uluslararası aktörler de karşıydı. Nitekim Nisan 2007'de Türk İstihbaratı, Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani'nin, Kerkük'ün Kürt bölgesine bağlanması için komisyon üyelerine rüşvet teklif ettiği iddiasını ortaya atarak süreci engellemeye kalkıştı.
Doğrusu Türkiye 140. maddenin uygulanmaması için ta başından beri en sert muhalefeti gösteren ülke oldu. Oysa daha 2005 yılında, 12 milyon insanın oyuyla kabul edilen Irak Anayasası, Kerkük'ün statüsünün referandumla belirlenmesini anayasal bir yükümlülük haline getirmişti. Aslında Araplar anayasayı oylarken Kerkük'ün Kürt bölgesine dâhil olacağını daha baştan kabul etmişlerdi. Çünkü tarihi bir Kürt şehri olan Kerkük'te, bir Arap mezarlığı bile yoktu ve Saddam yönetimi döneminde yerlerinden sürülmüş olan 250 bin Kürt'ün geri dönmesiyle, şehrin referandumla Kürt bölgesine bağlanması kaçınılmazdı. Ancak Türkiye, bir türlü bu gerçeği kabullenmek istemiyordu ve Kerkük'ün Kürt bölgesine dâhil edilmesini askerî müdahale sebebi sayıyordu. Kürtlerin kendi evlerine dönmelerine, şehrin demografik yapısının değiştirileceği gerekçesiyle karşı çıkarken, yapılacak referandumda Kürtlerin çoğunluğu sağlamalarını engellemeyi amaçlıyordu. Kürtlere karşı Arap ve Türkmen ittifakını pekiştiren Türkiye'nin en önemli endişesi, Kürt yönetiminin güçlenmesi ve ileride bağımsızlığını ilan ederek kendi Kürtleri için de örnek teşkil etmesiydi.
Gelinen aşamada Kerkük referandumu ve Kerkük'ün kaderi, Türk-Kürt halklarının gelecekte barış içinde yaşamasında en belirleyici faktör olarak öne çıkmaktadır. Eğer Türkiye Kerkük'ün Bağdat'a bağlanması politikasında ısrar eder ve başarılı olursa, işte o zaman Türkler ile Kürtler arasında çok derin bir husumetin temelleri atılmış olacaktır. Kürtler hiçbir zaman Kerkük üzerindeki haklarından vazgeçmeyecekleri gibi Ortadoğu'da güç dengesi de İran ve Irak'taki Şii rejimler lehine değişecektir. Türkiye, Kerkük sorununda adil davranıp anayasal bir zorunluluk olan referandumun yapılması konusunda engelleyici davranmasa, o zaman bütün Kürtlerin sevgisini kazanıp iç barışını tesis etme şansını yakalayacak ve gerçek anlamda global bir aktör olabilecektir.
*Muş Alparslan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
Adı Soyadı Abdullah KIRAN [Doç. Dr.]
e-Posta a.kiran@alparslan.edu.tr
Web
Santral No 0436 213 00 13
Dahili No 3191
Fax 0436 212 08 53
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder