Amerika Başkanı Bill Clinton'un başkanlık yaptığı dönemde, gerek Filistin meselesi konusunda bir anlaşmaya varmak ve gerekse İsrail'le yapılan normalleşmeyi genişletmek için ortaya koyduğu çabanın yoğunluğunu takip edenler, onun büyük devletlerle ilişkilerini yoluna koymak için ne kadar az bir zaman ayırdığına hayret eder.
11 Eylül 2001'de Pentagon'u ve Dünya Ticaret Merkezi'ni vuran olaylardan sonra Amerika'nın ilan ettiği stratejik önceliklerini okuyanlar, -ki ABD terörle mücadeleyi öncelikleri arasına almış, ve bu kararlarını Afganistan ve Irak işgallerini bilfiil hayata geçirmek ve aynı zamanda BOP üzerinde yoğunlaşmak suretiyle ne kadar ciddi olduğunu göstermiştir- diğer büyük devletlerle ilişkilerini iyileştirmek için az gayret gösterdiğini görerek şaşıracaklardır.
SSCB'nin çöküşü ve Varşova ittifakının dağılması, Çin'in Amerika'nın tek kutuplu dünya hakimiyetine boyun eğmesi, başka güçlü devletlerin varlığına dair yorumların tedavülden kalkmasına neden oldu. Bu sadece Rusya için değil aynı zamanda Avrupa ve için de geçerliydi.
Alelacele bir bakışla yetinmeyip olaylara daha derin yaklaşanlar, Rusya'nın Sovyetler Birliği'nin nükleer ve uzun menzilli füze sistemlerine sahip olmayı sürdürdüğünü görecektir. Bu nokta, ABD'nin stratejik önceliği, Afganistan'ın ve Irak'ın işgali ya da BOP üzerinde yoğunlaşmak yerine, Rusya'nın dağılmasına, nükleer ve füze sistemlerine verilmesi gerekip gerekmediğini sorgulamaya götürür.
Sonra bu süreçte Rusya'nın yeni Başkanı Vladimir Putin başı boş bırakılınca, o da yeni ve güçlü bir devlet kurmak ve hatta ülke içinde Amerikan yanlısı bir takım odakları tasfiye etmek için harekete geçti.
Doğal olarak o denemdeki önceliği olan Ortadoğu merkezli yaklaşımı nedeniyle ABD'nin çıkarı desteğini kazanmak ya da ABD'nin Ortadoğu'da yaptıklarına sesini çıkarmaması için Putin'le uzlaşmayı gerektiriyordu. Bu dönemde Rusya'yla bir çok anlaşmaların yapılmış olması bunun en güzel kanıtıdır.
Bu dönemde olayları yakından takip edenler, Çin'in, Amerikan yönetiminin BOP projesiyle uğraşırken ekonomik, ticari ve askeri alanlarda yaptıklarını incelediği taktirde, ABD'nin önceliklerini belirleme noktasında ne kadar yanlış davrandığını görecektir.
Çin gibi büyük bir devlet serbest bırakılarak askeri ve füze teknolojisini geliştirmesine, yüksek teknoloji elde etmesine göz yumulmuş, dünyanın ikinci ekonomik gücü olacak kadar üretim ekonomisini geliştirmesi yanında ticaretini beş kıtayla ikiye katlamasına izin verilmiştir.
Durum Hindistan, Brezilya, Türkiye ve İran için de aynıdır. Hatta Venezüella, Bolivya ve üzerinde her zamankinden çok daha az Amerikan baskısı hissetmeye başlayan Küba için de geçerlidir.
Bunların, Büyük Yeni Ortadoğu Projesi'ne gösterilen yoğun ilgiden başka bir yorumu ya da açıklaması yoktur.
Amerikan stratejisinin, uluslararası çelişkilerin, rakip ya da kendisine rakip olması mümkün olan güçlerin doğru tahmin edilememesinin Amerika'da stratejik önceliklerin belirlenmesinde son yirmi yılda belirleyici olan Siyonist lobinin hegemonyasından başka bir açıklaması yoktur.
Bütün bunlar, kendisini daha fazla devletin tanımasını sağlamak, daha fazla sayıda ülkenin ilişkilerini normalleştirmesini elde etmek, Sykes-Picot devletlerinin enkazı üzerine kurulu küçük devletlerden müteşekkil bir Ortadoğu inşa ederek Arap ve Müslüman ülkeler coğrafyasını yeniden dizayn etmek için Siyonist projenin Amerikan gücünün hizmetine verilmesinden başka bir amacı yoktur.
Aynı şekilde söz konusu projenin, Irak ve Afganistan'da direnişin başlamasıyla birlikte patlak veren savaşın ve İran-Suriye ekseninin derinişe geçmesinin yanı sıra İsrail'in, 2006 yılında Lübnan'a, 2008'in sonunda Gazze'ye açtığı savaşta tattığı yenilgilerin de gösterdiği gibi, Amerika'nın kesinlikle yanlış bir strateji belirlemesi durumu söz konusudur.
Sonuç şöyle olmuştur: Rusya, Çin, Hindistan, Avrupa gibi süper güçler ortaya çıkmış, Brezilya, Türkiye, İran, Güney Afrika gibi bölgesel güçler, Venezüella, Bolivya, Suriye ve Lübnan gibi direniş eksenine omuz veren güçler zuhur etmiştir. Direniş, Filistin'de, Lübnan'da, Irak'ta ve Afganistan'da zafer kazanmıştır.
Bu durum, ABD ve İsrail'in çıkarına olmayan, güç dengelerinde yeni bir arızanın ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Bütün bunlar, diğer bölgesel ya da küresel güçlerin Amerikan çıkarlarına zarar verme noktasındaki çabalarının önemini küçümsemeksizin son yirmi yıldaki Amerikan stratejisinin önceliklerinin belirlenmesindeki hatası bağlamında okunmalıdır.
Obama'nın son olarak ilan ettiği şekliyle, ilginin öncelikli olarak Pasifik Ülkeleri'ne yoğunlaştıracak yeni strateji ilanı, bu az önce zikrettiğimiz çerçevede okunmalıdır. Bu da Çin'in şu andan itibaren Amerikan siyasetinin öncelikleri arasında yer alması anlamına gelmektedir. Bunun anlamı, Amerika'nın açıkça ifade etmemesine rağmen, son yirmi yılda kaybettiklerini ve stratejik hesaplamalarında yaptığı dengesizlikleri ve bu konuda yaptığı hataları anlamış olduğudur. Yeni önceliğin belirlenmesine ilişkin geçişin içeriği, hemen hemen açıkça ilan anlamına gelen bir itiraf sayılır.
Peki Rusya nerede? Amerika'nın stratejik öncelikleri arasında ikinci sırada mı yer alacak, yoksa ona öncelikleri arasında yer vermeyecek mi? Ancak büyük ihtimalle Rusya, Amerika'yla ittifak etmez ya da çatışmada tarafsız kalmazsa, aynı tavrı bir sonraki aşamada Rusya'ya da gösterecektir.
İkinci soru, yeni önceliğin, BOP'un Amerika'nın gündeminden düşmesiyle birlikte, Amerika'nın Arap ve Ortadoğu'yla ilgili siyaseti üzerindeki yansımalarının nasıl olacağıdır.
Stratejik önceliğin belirlenmesi, kendi siyasetine hizmet babında şekillenmesi gereken farklı siyasetlere öncülük edecektir. Sonra bu belirleme, kendisiyle müttefik olunmak istenen devletleri ve kendisiyle doğrudan ya da dolaylı olarak savaşa girilecek ülkeleri kapsayacaktır.
Özetle ABD, Çin'i kuşatmak için hazırlandığı savaş siyasetinde Arap ve İslam ülkeleriyle birlikte hareket etmeyi planlamaktadır. Tabii ki Siyonist lobi, Amerikan hükümeti üzerinde baskı yapıp stratejik önceliklerin değiştirilmesini talep etmezse...
Bu baskı, İran'a karşı savaşın eşiğine gelinmesine neden olan suni tırmandırma politikalarını da bizlere açıklar. Zira tedrici olarak İran petrolünün boykot edilmesi ve mali yaptırımlar konusundaki tavır, kaçınılmaz olarak savaş anlamına gelmektedir.
Bu da Amerikan stratejilerinin yeni önceliklerinin açıklanmasına ilişkin yorumlarda uzak çıkarsamalara gidilmemesini gerektirir. Zira şu an Amerika, İran'la çatışmasında savaşın eşiğine gelmiştir.
Diğer yandan Obama yönetimi, kapıya kadar gelen başkanlık seçimlerinin zorunlu kıldığı öncelikler belirlemiştir. Bir başka ifadeyle Obama'nın Pasifik ülkelerine doğru bir strateji belirlemesi, Cumhuriyetçi Parti'nin bu politikayı benimseyip benimsemeyeceği belli olmadığından, henüz Amerika'nın ulusal önceliği haline gelme noktasında istikrar kazanmış değildir. Bu da Obama'nın son olarak ilan ettiği ama biraz geç kaldığı Amerikan stratejilerinin yeni öncelikleri konusunda uzun vadeli çıkarsamalara gidilmemesini gerektirir.
Dünya Bülteni için El Cezire'den Faruk İbrahimoğlu tarafından tercüme edilmiştir.
DÜNYA BÜLTENİ