Röportaj: Hasan Kanbolat, Oytun Orhan
Her ne kadar Ortadoğu’da Arap Baharı’na odaklanılmış olsa da ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesi son derece önemli bir gelişme. Çekilme ile ülkede baş gösteren kriz bölgesel gelişmeleri de doğrudan etkileyebilir. Çekilme sonrası en fala dillendirilen korkulardan biri Irak’ta Araplar ve Kürtler arasında bir çatışma çıkma ihtimali idi. Hem bu konuları hem de Bölgesel Kürt Yönetimi’nin iç politikasında yaşanan son gelişmeleri en yetkili kişilerden biri olan KDP Dış İlişkiler Ofisi Başkanı Hemin Hawrami ile konuştuk. Hawrami, Türkiye’nin Irak’taki rolü ve Bölgesel Yönetim ile ilişkileri konusundaki görüşlerini de bizlerle paylaştı.
ORSAM: Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
HAWRAMI: İsmim Hemin Hawrami. KDP liderlik konseyi üyesiyim ve Dış İlişkiler Ofisi’nin başkanıyım.
Bölgesel Kürt Yönetimi’nde Başbakanlık pozisyonunda bir değişiklik yaşandı. Neçirvan Barzani Başbakanı oldu. Bundan sonra Bölgesel Yönetim’in iç ve dış siyasetinde bir değişiklik beklemeli miyiz?
Öncelikle KYB ile stratejik anlaşmamız var. KYB ile birlikte seçimlere gittik ve kazandık. Altıncı kabineyi beraber kurduk. Stratejik anlaşmaya göre her iki yılda bir Başbakanlık ve Meclis Başkanlığı pozisyonlarını değiştiriyoruz. Bu nedenle sahip olduğumuz dış ya da iç politikada herhangi bir değişiklik beklemiyoruz. Bu Başbakanlık pozisyonundaki rutin değişimdir. Fakat durum tamamen değişti. 2009 sahip olduğumuz siyasi durum ve stratejik ortam tamamen değişti. Örneğin, o zamanlar Arap Baharı henüz yaşanmamıştı, ABD güçleri henüz Irak’tan çekilmemişti, bizler için stratejik öneme sahip olan Suriye’deki gösteriler henüz başlamamıştı ve Bağdat’taki siyasi kriz yoktu. Sonuç olarak siyasi ortam beraberinde daha proaktif bir dış siyaseti de getirdi. Parlamento Perşembe günü başbakan olarak Neçirvan Barzani’ye hükümet kurma yetkisi verdi. Size daha önce de belirttiğim konularda Kürt yaklaşımını daha ileriye götürecektir.
KYB ve KDP arasındaki stratejik ittifakın devam edeceğini mi yoksa önümüzdeki seçimlerde herhangi bir ayrılma bekliyor musunuz?
Öncelikle bizler farklı iki partiyiz. Halkımıza ve insanlarımıza karşı sorumluluklarımızın yükünü taşıyoruz. 5-6 milyon insanın hayatından sorumluyuz. Ve bizler çok önemli ve zorluklarla dolu bir coğrafyada bulunuyoruz, Kürdistan ve Irak’ta bir geçiş dönemi içindeyiz. İşte bu nedenle KDP olarak bizler Kürtlerin çıkarlarını parti çıkarlarının üstünde tutuyoruz. KDP ve KYB olarak, parti politikalarını bir kenara bırakıp tüm enerjimizi Kürdistan’ın meseleleri üzerine odaklamak için stratejik bir işbirliği yapmaya karar verdik. Diğer tüm Kürt partilerine saygı duyduğumu belirterek şunu söylemek istiyorum; eğer aralarında bazı anlaşmazlıklar ve farklılıklar olursa bunu çözmek için ortak bir siyasetleri bulunmuyor. Öte yandan KDP ve KYB arasında yanlış anlaşılma veya farklılıklar olduğunda biz kesinlikle bütünüyle buna bir Kürt meselesi olarak bakacağız. İşte tam olarak bu nedenle, ben özellikle KDP adına konuşuyorum tabi, KDP ve KYB arasındaki stratejik işbirliği, Kürt meselesi, birliği korumak, Kürtlerin söylem ve çıkarlarını korumak ve Irak içinde ve dışında Kürtlerin eşit temsili ve hakları için devam edecek.
ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesinin ardından ülkede devam eden bir siyasi kriz var. Özellikle Sünniler ve Şiiler arasında. Maliki’nin çekilme sonrasında aşırı güçlendiği ve otoriter eğilimler gösterdiğine ilişkin eleştiriler söz konusu. Şiilerin Irak siyasetinde daha da güçlenmesini, Kürtlerin pozisyonuna etkileri açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyden önce bizlere göre ABD güçleri Irak’tan erken çekildi. Çekilmeden önce, çekilme sırasında veya sonrasında Kürtlerin tutumu oldukça netti. Irak güvenlik güçlerinin Irak’ın egemenliğini ve sınırlarını korumak konusunda hazır olmadıklarını ve sivillerin hayatlarını terörist örgütler ve silahlı gruplar karşısında korumak konusunda yeterli olmadıklarını düşünüyoruz. Irak’ın deniz veya hava kuvvetleri bulunmuyor. Irak komşuları tarafından istikrarsızlaştırmaya oldukça müsait. Bizim ve Irak ulusal güvenlik kuvvetlerinin ortak değerlendirmesi şu ki, ABD güçlerinin Irak’ta sadık bir ordu kurulmadan çekilmesi siyasi süreci ve yönetim için güvenlik engellerini ortaya çıkaracaktır. Bu gerçek ve yeterli derecede açıktır. Son ABD askerinin çekilmesinin bir gün ardından fazlasıyla siyasileşen Haşimi olayı ortaya çıktı. Irak’ta bir çıkmaz içindeyiz. Irak’taki mevcut durumu karşılıklı güven yokluğu, anayasa ve Erbil Anlaşması’na karşı taahhüt eksikliği olarak tarif edebiliriz. Erbil Anlaşması’nın sadece yarısı başarılı bir şekilde gerçekleştirildi, ancak hala önemli bir kısmı hayata geçirilemedi. Örneğin Kürdistan bölgesinin yüksek politikalar için bir konsey kurulması hakkı bulunuyor ve Allavi’nin başkanlık etmesi gerekiyor. Ayrıca Bakanlar Konseyi, Şiiler, Sünniler ve Kürtler arasında bakanlıklar, genel müdürlükler ve ordu içinde eşit temsil sağlamakla yükümlü. Yani bunlar önemli sorunlar, ABD güçlerinin çekilmesi, anayasa ve Erbil Anlaşmasına karşı taahhüt eksikliği güvenlik zorlukları, istikrarsızlık ve siyasi çıkmaz oluşturmuştur.
Irak güvenlik güçlerinin Irak’ı kontrol etmekte yeterli olamadığını belirttiniz. Irak’ta tartışmaları bölgeler bulunuyor. Bu bölgelerin neredeyse hepsinde Kürtler yaşamaktadır. Çekilme sonrasında bu bölgelerin durumuna ilişkin olarak nasıl etkiler olacaktır, bir çatışma ihtimali olduğunu düşünüyor musunuz?
Dürüst olmak gerekirse Irak’taki ABD varlığına, onların katılımına ve bizim için yaptıklarına minnettarız. Eğer onlar olmasaydı bugün Saddam hala görevde olacaktı. Fakat ABD güçlerinin varlığı tartışmalı bölgelere istikrar getirmemişti, bu nedenle çekilmeleri bir güç boşluğuna neden olsun. ABD Irak’ı 20 yıl sonra terk etseydi de Iraklılar eninde sonunda bu alanları korumak için sorumluluğu almak zorunda kalacaktı. Bu bölgeleri korumak için bir anayasamız ve anaya maddemiz bulunuyor. Aynı zamanda Irak ordusu, ABD birlikleri ve Peşmerge birlikleri ile birlikte bu alanları korumak için üç taraflı bir komisyon kuruldu. Şuanda ABD tarafı bu komisyonun dışında kaldı ve diğer iki güvenlik birliği hala birlikte çalışmaya devam ediyor. Bize göre tartışmalı bölgeler için en önemli tehdit güvenlik tehditleri değil, fakat asıl tehditler siyasi sorunlar, güven eksikliği ve nüfusun %80’nin oy verdiği anayasa maddelerinin uygulanmamasıdır.
Başbakan Maliki’nin yakın zamanda Kerkük ile ilgili Kürtleri rahatsız eden bir açıklaması oldu. Ayrıca Diyala’da merkezi yönetim ile Kürtler arasında hala devam eden bir kriz var. Tüm bunlar önümüzdeki dönemde Kürtler ve Sünniler arasında bir yakınlaşmayı beraberinde getirebilir mi?
Irak’ta bir gerçeklik var. Ülkede Kürtler ve Araplardan oluşan iki ulus var. Ayrıca Şii, Sünni ve Kürtler var. Bu Irak’ın gerçeği fakat Irak’ta Kürtler olarak siyasetimiz şöyle ki; asla Şiiler pahasına Sünniler, Sünniler pahasına daŞiileri desteklemeyiz. Bizim Irak için vizyonumuz çeşitlilik ve herkesin Bağdat’ta temsil edilebildiği kapsamlı bir devlettir ve bunu Irak’ta korumaktır. Sünnilere siyasi süreçte olmalarını teklif ettik ve öte yandan Şiilere olan desteğimiz Sünniler pahasına olmamaıştır. Eğer bunu yapsaydık bizim için çok daha kolay olurdu, fakat seçim sonuçlarına bakın. Şiilerle Sünniler olmadan, Sünnilerle de Şiilerle ittifak yapmadık çünkü o zaman Irak’ı yönetmek mümkün olmazdı. İster Sünni olsun ister Şii, Irak’ın önemli bir parçasını dışarıda bırakıp marjinal hale getiremeyiz. Fakat kesinlikle Sünniler ve Şiiler arasında görüş farklılığı var. Sünnilerle ilgili olan en önemli husus aralarında liderlik olmamasıdır. Şiiler içinde aynı şey geçerli. Fakat seçim sonuçlarına göre bir şekilde birlik oluştu.
Bizim siyasetimiz örneğin Diyala’da şöyledir. Diyala kendi federal bölgelerini oluşturmak için başvuruda bulundu. Irak’ta federal bölge oluşturmak için anayasal bir süreç bulunuyor ve merkezi yönetime bu anayasal sürece saygı duymalarını istedik. Diyala’daki eyalet yönetimi üyelerinin 2/3’ü federal bölgenin kurulması için oy kullandı ve prosedüre göre Irak hükümeti, Yüksek Seçim Konseyi’ne referandum talebini iletmek zorundadır. Eğer bu bölgenin çoğunluğu bunun için oy kullanırsa, federal bölgenin kurulmasını kabul etmek zorundalar. Üstelik anayasada bu husus ile ilgili herhangi bir zaman kısıtlaması bulunmuyor. Maliki bölgenin kurulması için doğru zaman olmadığını iddia ediyor. Fakat anayasaya göre onun böyle bir yetkisi bulunmuyor. Belki Şiiler, Kürtleri Sünnilerin olmadığı bir blok oluşturmak konusunda ikna etmeye çalışabilir, ya da Sünniler, Şiilerin olmadığı bir blok kurmak için ikna etmeye çalışıyor olabilir. Fakat bize göre kesinlikle bunlar doğru politikalar değil. Irak toplumunun herhangi bir kısmı kesinlikle dışlanmamalıdır, herkes temsil edilmeli ve anayasaya saygı duymalıdır.
Son haftalarda Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık ilan edeceğine ilişkin iddialar basında yer aldı. Bu ne kadar gerçekçi sizce? Eğer doğru ise, bu adım tartışmalı bölgeler sorununun çözülmesinin ardından mı atılacaktır?
Tüm bunlar asılsız medya haberleri. Kürtler Arap ya da Fars değil. Kürtler farklı bir etnik grup ve kendi geleceğini tayin hakkı bulunmaktadır. Bizim parlamentomuz ve liderliğimiz geleceğimizi tayin hakkımızı bu aşamada federalist, çoğulcu, anayasal ve demokratik Irak içerisinde kalma yönünde kullandı ve Kürt nüfusunun önemli bir kısmı da bunu destekliyor. Yani Irak, çoğulcu, anayasal, demokratik bir devlet olmaya devam ettiği sürece, tek parti, tek adam, tek etnik grup ya da tek mezhep grubu tarafından yönetilmediği sürece Kürtler bu ülkenin bir parçası olmaktan gurur duyacaklardır. Eğer Irak’taki diğer taraflar, Sünniler ve Şiiler birlikte yaşamamayı tercih ederlerse ve ülkenin bir parçası olmamızı istemezlerse, o zaman tutumumuz farklı olacaktır. Fakat şuan, Kürdistan bölgesi olarak stratejimiz Irak’ta federalist, çoğulcu, anayasal ve demokratik olması yönünde. Tartışmalı bölgelerle ilgili konuya dönecek olursak, bu bölgeler coğrafi ve tarihsel anlamda Kürdistan’ın parçalardır. Buralar Araplaştırılmıştır; Türkmenler ve Kürtler yerlerinden edilmiş ve Arap nüfus ile yer değiştirilmiştir. Yani bizler anayasal mekanizmalarla bizden zorla alınanları geri almak istiyoruz. Bizler bu nedenle 142. Maddeyi kabul ettik. Bölgelerin normalleştirilmesi, kimin kim olduğunun tespit edilmesi için nüfus sayımı yapılması ve bu bölgelerin Kürdistan bölgesine mi, Bağdat’a mı bağlı kalacağına yoksa kendi federal bölgelerini oluşturmalarına referandum ile kendi halkının karar verilemesine karar verdik. Fakat tüm Kürdistan Irak’ın bir parçasıdır. Kerkük’teki ve diğer tartışmalı bölgelerdeki halk Kürdistan bölgesinin parçası olmak isteseler de bütün bölge Irak’ın parçasıdır.
Referanduma mı gitmek istiyorsunuz?
Kesinlikle, 142. Madde, normalleşme, nüfus sayımı ve referandumu içeren aşamadan oluşmaktadır. Referandum ile Kerkük halkı özgür seçimlerle Kürdistan bölgesine dahil olmaya karar verirse, neden bu dikkate alınmaz? Onlar Kürdistan bölgesinin bir parçası olmayı seçmezlerse bu hakka da saygı duyuyoruz.
Arap Baharı’nın Bölgesel Kürt Yönetimi üzerindeki yansımaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Başlangıçta Goran hareketi liderliğinde bazı gösteriler oldu. Kürt bölgesinde Arap Bahar’ının yansımaları söz konusu mudur?
Arap Bahar’ı bağlamında Arap dünyasında neler olup bittiğine bakarsanız, Kürdistan bölgesi, otoriter ve diktatörlük rejiminden kurtulmak için 1991 yılında bunları zaten yaşadı. Ve Kürtler kendi baharında olanlardan gurur duyuyoruz. Aslında, 1991 baharında, bize güvenli bir cennet sağladığı için Türkiye'ye çok teşekkür ediyoruz. Biz Türkiye'nin o zamanki olumlu eylemlerini ve konumunu hiç unutmadık. Eğer bir toplum, diktatörlükten demokratik bir rejime dönüşürse, bunun için bir geçiş dönemi gerekir. Bu geçiş döneminin özelliği ve semptomları, anayasal kurumları kurmak ve demokrasi kültürünü yaymaktır. Bu süreçte elbette ki bu süreçte kesinlikle karşınıza yolsuzluk, kötü yönetim, yönetişim eksikliği ve siyasi farklılıklar çıkacaktır, ancak üzerinde olunan yol demokrasiye gitmek için doğru yoldur. Bu bir süreçtir. Zaman alır. Nesiller gerektirir ama bir vizyonu olmalıdır. Bu bağlamda, Kürdistan'da mevcut hükümet herhangi bir dış güç tarafından dayatılmamış, ya da bir askeri darbeyle iktidara gelmemiş veya bir aile soyunu temsil etmemektedir. Seçimler yaptık. Kürdistan bölgesinde tarihsel en büyük iki parti olarak KDP ve KYB parlamentoya 110 sandalyeden 59’unu kazandı. Ve bu hükümeti kuruldu. Muhalif gruplar hep birlikte 36 sandalye kazandı. Biz muhalefet grupları üç seçenek sunduk; birlikte uygulamaya dönük tüm reform projelerini uygulamak için tüm taraflardan oluşan bir ulusal birlik hükümeti kurma, erken seçim veya yeni seçim tarihini belirleyinceye kadar seçim sonuçlarına saygı duymak. Ancak kesinlikle Kürdistan bölgesi için, hem iktidar partileri hem de muhalefet partileri için, yine de demokrasi için henüz erken dönem. Tam olarak demokratik bir sistemde muhalefetin nasıl işlediğini bilmiyoruz; bazı hatalar olabilir bilmiyorum ama kesinlikle bir vizyonumuz var. Kürt halkının çoğunluğu istikrar, güvenlik ve şiddet içinde değiller. Değişim için bir ihtiyaç varsa, bunun için seçim sandıkları bulunuyor, sokaktan gelen güce gerek yok.
Bölgesel Kürt Yönetimi hükümeti Suriye’de devam eden protesto gösterilerini, özellikle Suriye Kürtleri bağlamında nasıl değerlendiriyor?
Orada 2 milyondan fazla Kürt nüfus yaşadığı ve Suriye ile uzun bir sınırımız olduğu için Suriye'deki herhangi bir gelişme her yerde Kürt sorunu etkileyecektir, çünkü her şeyden önce, Suriye'deki durum, bizim için çok önemlidir. Biz değişikliğin Beşar Esad ile ya da o olmadan Suriye'ye geleceğine inanıyoruz, ama bizim için iki şey önemlidir. İlk olarak gelecek rejimin yapısı ve doğası, ikinci olarak da Kürt nüfusunun hakları için mevcut sisteme eklenecek ne gibi reformlar olacaktır. Bizim stratejimiz barışçıl yollarla, Suriye'nin toprak bütünlüğünü de koruyarak Suriye'deki Kürtlere destek vermek, jeopolitik ve uluslararası anlamda mümkün olmayan aşırılıklardan kaçınarak ulaşılabilir taleplerde bulunmalarıdır.
Adem-i merkeziyetçilik, özerklik, federasyon ya da başka ne mümkünse ve Suriye toprak bütünlüğü içinde Suriye halkı ile Kürtler tarafımızca desteklenecektir. Ama biz Suriye'deki Kürtlerin, siyasi taleplerini ve söylemlerini ile mevcut gelişmeler konusundaki vizyonlarını birleştirmeleri ve ortak bir oluşturmaları gerektiğini düşünüyoruz. Eğer Suriye rejimi bu talepleri gerçekleştirebilirse neden olmasın? Fakat şahsen ben bu konuda pek iyimser değilim. Eğer Suriye’deki muhalif gruplar Suriye’nin geleceğinde Kürtlere yer vermeyecekse, mevcut muhalifler silahlı yöntemlerin dışında desteklenmelidir. Biz silahlı mücadele karşıyız. Dünya artık değişti, iletişim artık çok daha kolay. Bugün amaçlarınıza ulaşmak için diplomatik ve medya kanallarını daha rahat kullanabilirsiniz.
Türkiye’nin Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkilerini ve bölge ülkelerine karşı yürüttüğü dış politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim için, Kürdistan bölgesinde, Türkiye diğer bölgesel ülkelere baktığımızda oldukça stratejik bir ülkedir. Kürdistan halkı ile Türkiye halkı arasında yakın ilişkiler gelişmesini istiyoruz. Çünkü bizler komşuyuz ve asırlarca birlikte yaşadık. Türk dış politikası, ekonomik, siyasi ve kültürel bağlar oluşturulmasında oldukça büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin Kürdistan bölgesi ile ilişkilerinde pek çok gelişme görmekteyiz. Örneğin Başbakan Erdoğan Erbil’e geldiğinde Kürtleri inkar etme dönemi sona ermiştir dedi. Bu bizler için oldukça önemli, çünkü bu güne kadar duyduğumuz şey, Kürtler hiç olmadığıydı. Türkiye’de demokratikleşme paketi başladı ve TRT 6’nın açılması oldukça olumlu bir gelişmedir. Kürdistan bölgesi ile diplomatik ilişkilere başlanması ve Erbil’de konsolosluk açılması oldukça olumlu işaretlerdir.
Kürdistan ekonomisinde Türk şirketlerinin olması bizim için çok önemlidir. Türkiye ve Kürdistan bölgesi arasında pek çok stratejik çıkarlar bulunmaktadır, bölgesel istikrar için birlikte çalışabiliriz. Herkes Kürdistan bölgesinin bölgede istikrarsızlık unsuru değil istikrar unsuru olduğunu kabul etmelidir. Biz Arap dünyasında, İran'da ve Türkiye'de ekonomik patlamaya katkıda bulunabilir. Türkiye’yi stratejik bağlamda değerlendirmemizin nedeni budur. Kürdistan bölgesi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin çok stratejik olmasının nedeni budur.
Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
* Bu röportaj 17 Şubat 2012 tarihinde, Rusya’nın Soçi kentinde düzenlenen Valdai Forumu sırasında ORSAM Başkanı Hasan Kanbolat ve ORSAM Uzmanı Oytun Orhan tarafından gerçekleştirilmiştir.
ORSAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder