AKP hükümetinin ideolojik arka planının aynası gibi bir işlev görmesinin yanında topluma kabul edilmesi mümkün olmayan politikaların "hazmettirilmesi" yönünde önemli görevler üstelenen gazetelerden biri olan Yeni Şafak Gazetesinin yazarları kimi zaman bize analizlerimizin temellendirilmesinde destekleyici olabilmektedir.
Yeni Türkiye Devletinin yeni derin sözcülerinden Abdülkadir Selvi, "Yol Haritası"[1] başlıklı makalesinde "hükümetin yeni yol haritası hakkındaki görüşlerden birisi" olarak sunduğu bir takım görüşler aktardı. Aslında verdiği bu bilgiler yeni değil. Fakat kamuoyunun terör, açılım, PKK ile müzakere algısının yönetilmesinde kullanılabilecek malzemeler sunduğu için dikkate değer. Bizde bu makalemizde Selvi'nin bazı konu başlıklarına göre bölücü terör sorunu, Kürtçülük ve AKP politikaları konusunda iktidarın karar vericilerinin bilişsel dünyasına yönelik bir yorum yapacağız.
1. Her şeyden önce karar vericilerdeki hakim olan temel motivasyon noktası, PKK'nın bitirilmesi gibi bir temel amacın yokluğuna dayanır. Bu yaklaşım, müzakerelerle PKK'nın Kürt kökenli vatandaşların siyasi temsilcisi statüsüne oturtulmasında da görülür. PKK'nın bu yeni konumu, siyasi karar vericilerin -kozmopolit İslamcı, liberal, solcu- zihniyet dünyalarının ve bunun yansıması olan davranış biçimlerinin nasıl oluştuğu yönünde önemli ip uçları taşır. "Artık psikolojik ve alan hakimiyetinin devletin elinde olduğu bir dönemdeyiz" tespiti bundan önceki 9 yıllık dönemde psikolojik ve alan hakimiyetlerinin kimin elinde olduğu ve buna niye izin verildiği sorularını gündeme getirmemizi zorunlu kılar. PKK aynı anda sekiz noktaya birden yüzlerce elemanıyla saldırabilecek kadar "alan"da hakimiyet kurmuştur. Sonuçta arka arkaya büyük zayiatlar ve şehitler verdiğimiz saldırılar gerçekleştirilmiştir. Bütün bu olup bitenlerden sonra hükümet, bugün alan hakimiyetini ele geçirmesinin yolunu açan operasyonlara başlamak zorunda kalmıştır. Buna rağmen "artık psikolojik ve alan hakimiyetinin devletin elinde" olduğu iddia edilebilmektedir. Zorunlu olarak başlayan "terörle mücadele"nin bize gösterdiği gerçek şudur: 3-4 ay gibi kısa bir sürede "alan hakimiyeti" devletin eline geçmektedir. Yani, devlet isterse PKK'yı kısa bir sürede bitirebilecek bir güçtedir. Bu imkana sahiptir. Bu bitişin toplumsal ve psikolojik yönden de hazırlığının KİA gibi imkanlar üzerinden tamamlanabileceği aşikardır.
2. Eşik değerinin aşıldığı yani toplumdaki bölünmeye karşı olma gibi bazı hassasiyet noktalarının yok edildiği süreç, Kürt Açılımının ikinci aşamasını bize göstermektedir. Bu yeni süreçte Barzani'nin aktörlerden biri olmasının değerlendirilebilecek birkaç boyutu vardır. Hükümet Suriye'nin yönetim biçimi sebebiyle savaş tamtamları çalarken binlerce askerini ve vatandaşını şehit eden PKK'lı teröristleri barındıran, koruyan, besleyen ve her türlü imkanı sağlayan Barzani yönetimine ses çıkartmaması bağımlı bir politikanın göstergesidir. Elbette ABD'ye bağımlı bir politikanın yansımasıdır bu.
İkincisi, Barzani'nin tutumu AKP hükümetine iç politikada manevra alanı açmaktadır. ABD korumasındaki Barzani'ye karşı Türkiye'nin tutumu "postal yalayıcısı" konumundan "kardeş" statüsüne çok kısa bir sürede dönüştü. İç politikada bunun anlamı "bakın düşman olan Barzani bile başarılı dış politikamız sayesinde artık dostumuz" idi. Elbette bu süreçten tek kazançlı Barzani çıktı. Çünkü Türkiye tarafından resmi düzeyde tanındı. TSK'nın kendilerine yönelik olumsuz tutumları da TSK'ya yönelik psikolojik karakterli saldırılarla etkisizleştirildi. Barzani, TSK iç ve dış sahada etkisizleştirilse dahi onlar tarafından tanınmadan bir değeri olmadığını bildiği için özellikle Genelkurmay Başkanı tarafından kabul edilmek isteniyor.
Üçüncüsü de Barzani ile AKP'nin Kürt sorunu konusundaki çözüm yönteminde örtüşen bir çizgileri vardır. Yani etnik temelde bir özerklik hem AKP hem de Barzani'nin üzerinde anlaştıkları nokta. Bu sebeple Barzani üzerinden hükümet sürekli BDP'ye mesaj vermektedir. BDP'nin Öcalan saplantısı ise bu müzakerelerde aktörlerden biri olmasını engelliyor. Suriye'ye gösterilen tepkinin Barzani'ye gösterilmemesinin bir sebebi de budur. Değerlendirilebilecek bir diğer gelişme de PKK'nın Suriye'ye yıllar sonra yeniden dönüş yapması. Barzani kendi denetimindeki bölgeden PKK'nın gitmesini bağımsızlık ilanının Türkiye tarafından tanınmasında kullanabilir. Zaten İran'la da anlaşan terörist başı Karayılan Suriye'ye giderken Barzani PKK'yı bölgesinden Türkiye'nin talepleri doğrultusunda çıkardığını belirterek bunu bağımsızlık için bir koz olarak değerlendirebilecektir. Yani kısa bir süre sonra PKK ve Barzani arasında "sözde" bir kavga çıkıp "sözde" Barzani'nin Türkiye'nin dostluğu adına PKK'yı sınır dışı ettiği ve PKK'nın da Suriye'ye yerleştiği haberi alınabilir.
3. Selvi'nin ana dilde eğitim konusunda, bütün etnik grupların ana dilinin seçmeli ders olması şeklindeki açıklaması ise baştan savma bir ifadedir. Çünkü açıktır ki, ana dilde eğitim ana okuldan üniversiteye kadar resmi dil dışında ana dil olarak ifade edilen bir eğitim demektir. Ana dilde eğitim ise bölücü ve terör gruplarının kazanabileceği en son "hedeftir". Çünkü ana dilde eğitim bir devletin egemenliğinin paylaşılması, ikinci bir siyasal kimlik demektir ki bunun anlamı ülkenin, devletin ve milletin bölünmesidir. Elbette mevcut zihniyetin yeni toplum ve devlet şemasında bu bölünme değil demokratik hakların tanınmasıdır. Sosyolojik ve psikolojik bölünmenin geleceği son nokta siyasi özerkliktir. Türkiye'nin, "Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı"nda koyduğu şerhi kaldırmasının bir başka anlamı da bu.
4. PKK'nın bitirilmesinin düşünülmemesinin dışavuran göstergelerinden biri de "Topluma Kazandırma Yasası"nın yetersiz görülerek PKK teröristlerinin dışında bunların yöneticileri olan 330 örgüt liderinin Türkiye'ye getirilmesi, topluma kazandırılması ya da bir kısmının üçüncü bir ülkeye gönderilmesi konusunun gündemde yer almasıdır. Bu terör liderleri bir Avrupa ülkesine gittiklerinde ne işle meşgul olmaları bekleniyor? Yoksa Apo'nun "Paşa" yapılması önerisi hayata geçirilip Apo'nun "paşa"larına aylık bağlanarak yumuşak yani şiddet içermeyen bir muhalefet unsuru haline gelmeleri mi talep edilecek? Toplum hazmettirme stratejileriyle uygun hale gelince Türkiye'ye dönüş yapılır ve siyasete atılırlar. Şayet böyle bir plan yoksa serbest kalmaları halinde bu teröristlerin zamanı gelince yeniden yani 2004'de Yeni PKK'yı kurdukları gibi yeniden örgütü kurmamalarının garantisi var mı?
Konuyu toparlayacak olursak hükümet cenahındaki yeni yol haritaları açıklamalarının bize gösterdiği;
1. AKP'nin politikaları PKK'yı bitirmeye yönelik değil. Şımaran PKK'ya yönelik Silvan ve Çukurca saldırıları sonucunda zorunlu olarak başlattığı askeri operasyonlarla bir "ders verme" niteliği taşımaktadır. Yani şımartılan ve küllerinden yeniden doğması sağlanan PKK'ya "akıllı ol" denmektedir. Bu sebeple PKK ile müzakereler için uygun ortam yaratılmaya çalışılmaktadır. Muhtemelen de müzakereler anayasa yapımından önce başlayacaktır.
2. AKP hükümetinin iç ve dış siyasetinin temel belirleyicisi Kürt Sorunu yaklaşımıdır. Kürt kimliğinin anayasal statüde tanınması, ana dilde eğitim sağlanması, Kürtlere yönelik kolektif vatandaşlık ve bunların doğal sonucu Kürtlere idari özerklik eski ve yeni yol haritasının ana hedefidir. PKK'ya da Barzani'ye de BDP ve Öcalan'a da bu politik yaklaşım çerçevesinde politik bir strateji takip edilmektedir. Bu zihniyet dünyasına göre, PKK bir terör örgütü değil Barzani de dosttur !
3. Son kertede bizim bölünme dediğimiz ama liberal, İslamcı ve Kürtçü aydınların "demokratikleşme" dediği Türkiye'nin federatif bir yapıya evrilmesi ve sonuçta da olgunlaşma ve kazanılacak tecrübeye göre ileriki bir zaman diliminde ayrılma öngörülmektedir. Kürt kimliğinin siyasal bir kimlik statüsü kazanması için ana dilde eğitim başta olmak üzere siyasal, kültürel ve ideolojik boyutta bir hazırlık yani alt yapı düzenlemesi derinden derine inşa edilmektedir.
[1] Abdülkadir Selvi, "Yol Haritası", Yeni Şafak, 27 Şubat 2012.
ETİK HABER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder