2011’in Aralık ayında, 8 yıl süren Irak işgali son buldu ve son Amerikan taburu da Irak’tan çekildi. Yıllar süren savaşın başladığı yıllardaki destekçileri için dahi ABD’nin neden Irak’a girdiği günümüzde muğlak bir soru. Her ne kadar işgali “demokrasi ihracı” olarak sunsa da pek çokları süreci, Ortadoğu’da iktidar mücadelesi olarak niteledi. Yıllar süren işgal süresince ABD’nin bu savaşı meşrulatırmada kullandığı araçlar ve imajlar, savaşın nedenleri ve ABD’nin Ortadoğu gibi girift bir coğrafyada ne aradığına dair de ipuçları sunuyor. Süreç, Jean Baudrillard’ın 1991 yılında Amerika ve İngiltere’nin Bağdat’a girmesinden hemen önce yayınlanan “Körfez Savaşı Olmayacak” isimli makalesini hatırlatıyor. Savaş beklentisinin açık olduğu ve liderlerin söylemlerinin savaş çığlıklarına dönüştüğü böylesi bir ortamda, günümüzün en önemli filozoflarından Baudrillard savaş olmayacak diyor, modern savaşların insanların algısına yansıtıldığı gibi kahramanlık, hayatta kalma savaşları olmadığına dikkat çekiyordu. Baudrillard’a göre artık savaşlar, iktidara, güce susamış devletlerin hiper gerçeklikle beslenen medya imajları ile sahnelediği oyunlardı. Benzer şekilde, şimdi de “ABD’nin dünyaya sunduğu şekliyle bir Irak Savaşı oldu mu?” diye sormanın zamanı.
ABD’nin Irak’ı işgali, pek çokları tarafından ABD’nin Ortadoğu’da Fransız, Rus ve Çin imtiyazına bir son verme niyeti şeklinde açıklandı. David Harvey gibi entelektüeller, ABD’nin sadece Irak petrolleri konusunda hâkim unsur haline gelmek amacının da ötesinde, küresel kapitalizmin odak noktalarından biri olan Ortadoğu’da iktidarını pekiştirmesinin yeni emperyalizmin bir gereği olduğunu belirtti.[1] Harvey’e göre, yeni emperyalizm küresel politik ekonomide söz sahibi olmanın yanı sıra, ülke içi istikrarın sağlanması için yeni dış tehditler tanımlanmasını ve farklı coğrafyalarda iktidar arayışını da gerektiriyordu. Bütün bu faktörlerin dünya kamuoyuna “makul” bir şekilde yansıtılması hiç şüphesiz önemliydi. Hepimizin malumu olduğu şekilde, bu noktada devreye bizleri bu savaşın ne kadar “meşru” ve “kaçınılmaz” olduğuna ikna eden bir retorik ve medya bombardımanı girdi.
Eski ABD Başkanı George W. Bush’un 2001’de kongrede yaptığı konuşmayla başlayan süreç 2001’de Afganistan, 2003’te Irak’ın işgaliyle devam etti. Daha sonraları Bush doktrini olarak anılacak ve Amerikan dış politikasının temel çerçevesini yansıttığı bu konuşmasında Bush, “ Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle!” diyerek uluslararası kamuoyuna “tarafınızı belirleme zamanı geldi” mesajını verdi. 6 Mart 2003’teki bir basın toplantısında ise Bush, Irak’a savaş açmanın artık kaçınılmaz hale geldiğini dile getirdi.
Douglas Kellner’e göre Bush bu dönemde, “biz-ötekiler”, “iyi-kötü” gibi ikili karşıtlıklar üzerinden dur durak bilmeksizin “Bin Ladin ve El Kaide’ye karşı başlattığı Haçlı Seferi’nin meşruiyetini sağlamaya çalıştı.”[2] Bush “iyi”yi temsil ettiği için, kullandığı söylemin işaret ettiği ikili anlamların da önemi yoktu. Kellner’in ifadesiyle, Irak’a karşı başlatılan savaş “barışı”, işgal “özgürlüğü” ve bir ülkenin yerle bir edilmesi her nasılsa “insani müdahale”yi temsil eder bir duruma taşındı. Bu retorik, News Corporation’ın sahibi Rupert Murdoch’ın dev medya krallığı sayesinde bütün olası araçlar seferber edilerek dünyada milyonlara ulaştı. Ne yazık ki madalyonun diğer yüzü alabildiğine gerçek ve trajikti.
Milyonları hedef alan bu imaj savaşında şüphesiz pek çok propaganda aracı kullanıldı. Hikayeler ters yüz edildi, savaşın çirkin ve ciddiyetsiz yönleri kamuoyundan gizlendi. 2003’te medyaya yansıyan “Er Lynch’i kurtarma” hikayesi, bu tarz spekülatif sunumlar açısından hatırlanmaya değer bir örnek. 19 yaşındaki Er Jessica Lynch, Irak’ta görev yapan bir Amerikan askeriydi. 2003 yılında kamuoyuna Lynch’in ekibinin uğradığı saldırı sonrasında Irak askerleri tarafından yakalandığı ve kendisine işkence edildiği haberleri yansıdı. Esir alınmasından sekiz gün sonra, Amerikan medyası, Lynch’in Amerikan özel timleri tarafından kurtarılışını dört dörtlük bir kahramanlık hikâyesi olarak sundu. Fakat bu resmin bozulması çok sürmedi. Lynch’in kurtarıldığı Saddam Hastanesi’nde olay sonrası yapılan incelemeler ve tanık doktorlarla gerçekleşen görüşmeler, “kurtarma operasyonunun” iç yüzünün hiç de basına yansıyan kadar trajik olmadığını ortaya koydu. İngiliz Guardian Gazetesi’ne konuşan doktorlar, Amerikan askerlerinin önceden hastanede Irak askeri olmadığı konusunda bilgilendirilmiş olmalarına rağmen hastaneye etrafa ateş ederek ve hastaları korkutarak girdiklerini ifade etti. Tanıklar, operasyon sırasında Amerikalıların farklı bir imaj yansıtmak için “adeta bir Rambo filmindeki gibi” kendilerinin üzerine geldiklerini, Lynch dahil olmak üzere pek çok hastanın hayatını tehlikeye attıklarını belirtti.
Bu kahramanlık hikâyesinden bir yıl sonra 28 Nisan 2004’te Ebu Garib Hapishanesi’nde yaşanan işkencenin fotoğrafları dünya kamuoyuna yansıdı. İşgal süresince yaşanan Amerikan mezaliminden sahneleri gözler önüne seren bu fotoğraflar bir taraftan milyonların zihinlerine kazanırken, savaşın meşruiyetini bir kez daha sorgulattı. Aynı yıl 16 Eylül 2004’te Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Irak Savaşı’nın BM anlaşmasıyla çatışan, tamamen illegal bir savaş olduğunu açıkladı.
Benzer şekilde 2004 yılının Ekim ayında yayınlanan CIA raporu da Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları olup olmadığına dair tartışmaya son noktayı koydu. CNN’e yansıyan rapora göre, “Saddam Hüseyin’in ne işgalin başladığı Mart 2003’te kitle imha silahları vardı, ne de süreç içinde bu silahları geliştirmeye yönelik bir girişimi olmuştu.”
Sonuç olarak, hiper gerçekliğin medya propagandasındaki etkinliği işgal yıllarınca hiç hız kesmedi. Milyonların zihni, ABD’nin “kendi yazıp kendi oynadığı” savaşa dair sahnelerle kirlendi. Bu dönemden Irak halkına miras kalanlar ise bütün gerçekliğiyle karşımızda duruyor: Yüz binlerce kişinin ölümü, milyonlarca yerinden edilmiş insan ve kapıda bekleyen iç savaş. Bugün Irak’taki durum, savaşın, ABD’nin iktidar ve küresel kapitalizmi besleme ihtiyacını saklayan bir maske olarak bizlere sunulduğunun canlı bir kanıtı. Bu resim bize adeta “Gerçeğin çölüne hoş geldiniz”[3] diye sesleniyor. Şimdi söyler misiniz Irak Savaşı gerçekten yaşandı mı?
[1]David Harvey, The New Imperialism, Oxford: Oxford University Press, 2003, s.19.
[2]Douglas Kellner, Media Propaganda and Spectacle in the War on Iraq: a Critique of U.S. Broadcasting Networks, Cultural Studies Journal , 4:329, 2004, ss.329-338.
[3] Jean Baudrillard, Selected Writings, New York: Standford University Press, s. 170.
USAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder