5 Kasım 2011 Cumartesi

Serhat Erkmen - Terörle Mücadelede Irak’tan Beklentiler ve Gerçekçilik

Giriş
19 Ekim Perşembe günü Hakkari’nin Çukurca
ilçesinde meydana gelen saldırıyla bir kez daha
Türkiye gündeminin en tepesine çıkan PKK terör örgütüyle ve terörizmle mücadele olgusunun
pek çok boyutu yeniden tartışmaya açılmıştır. Bu
boyutların en önemlilerinden birisi terörle mü-
cadelenin Türkiye toprakları dışında kalan kısmına ilişkindir. Terörle mücadelenin bu boyutu
Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadar uzanan geniş bir
coğrafyada ekonomik, siyasi ve istihbari düzeyde işbirliğini gerektirmektedir. Zaman zaman
vurgulanan bu boyutun uzun vadede PKK’yı
besleyen kaynakları toptan kurutmaktaki önemi
büyüktür. Ancak terörle mücadelenin Türkiye
sınırları dışındaki boyutunda kısa vadede alınması gereken acil tedbirlerin PKK’nın daha açık,
güçlü, yaygın ve organize olduğu Irak’ta yoğunlaşması gerektiği görülmektedir. Nitekim bu ihtiyaç, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK’nın terör
eyleminden sonra Irak topraklarına yönelmesi,
1
Neçirvan Barzani’nin Türkiye’yi ziyaret etmesi
2
ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın terörle
mücadelede Kürt Bölgesel Yönetimi (KBY) ile iş-
birliğini işaret eden açıklamaları
3
 ile bir kez daha
ortaya konulmuş ve somutlaşmıştır.
Aslında, Türkiye’nin PKK terör örgütüyle mücadelede Irak ile işbirliği yapma beklentisi yeni bir
olgu değildir. Bu beklenti, kabaca Irak’ın Türkiye ile yakın işbirliği yaparak PKK’yı Irak topraklarından çıkarması ya da terör eylemlerini Irak
topraklarından Türkiye’ye yöneltemeyecek hale
getirmesidir.
4
 Iraklı yetkililer ise PKK’nın terör
eylemlerini kınamışlar ve işbirliğinin artacağı
sözünü defalarca vermişlerdir. Fakat PKK’nın neredeyse her büyük terör saldırısından sonra gündeme gelen veya Türk ve Iraklı yetkililerin her
görüşmesinin vazgeçilmez konusu olan terörle
mücadelede işbirliği iki ülke arasında imzalanan
anlaşmalara rağmen bir türlü somutlaştırılamamıştır. Açıkçası, bu konuda kamuoyunda oluşan
ya da oluşturulan beklentinin gerçekçi olmadığı
söylenebilir. Son 8 yılda yaşanan gelişmelerin
tekrar tekrar gösterdiği gibi, Türkiye Irak topraklarında PKK terör örgütüyle mücadelesinde
büyük ölçüde yalnızdır. Iraklılardan ya da Irak’ta
etkin olan dış güçlerden (başta İran ve ABD olmak üzere) somut ve sorunun çözümüne katkıda
bulunacak ölçüde beklenti içine girmek gerçek-
çi değildir. Irak’tan Türkiye’ye gelebilecek destek aktörlere bağımlı, konjonktürel ve hem etki
hem de kapsam olarak sınırlı olacaktır. Bu iddia
Irak’taki siyasi ve askeri durum, aktörlerin birbirleriyle ilişkileri ve Ortadoğu’da İran ve Suriye
bağlamında yaşanan gelişmelere dayandırılarak
ispatlanmaya çalışılacaktır.
1. Hangi Aktörle İşbirliği Yapılacağı
Konusundaki Belirsizlik
Türkiye’nin işbirliği yapabileceği aktörler, hükü-
metteki ve güvenlik güçlerindeki yeri nedeniyle
Şii Araplar, siyasi dengede oynadıkları rol nedeniyle Sünni Araplar, coğrafi önemleri ve PKK’nın
barındığı bölgeleri kontrol etmeleri nedeniyle
Iraklı Kürtler, Irak’ta güvenliğin sağlanmasındaki
rolü nedeniyle ABD ve Irak siyasetinin belirlenmesindeki rolü ve PJAK nedeniyle İran’dır. Fakat
Türkiye’nin Irak’ta terörle mücadele konusunda
hangi aktörle işbirliği yapacağı konusunda bir
belirsizlik vardır. Bu belirsizlik uzun bir süre boyunca Türkiye’den kaynaklansa da son iki yıldır a-
çıkça Irak’tan kaynaklanmaktadır. İşgalden sonra
uzun bir süre Türkiye, güvenlik konularında Irak
merkezi hükümetini muhatap almıştır. Irak’ın
toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin korunması politikası çerçevesinde Türkiye Merkezi Irak
Hükümeti’nin (MIH) ülkenin tümünde güvenlik
sağlaması sorumluluğunu sıklıkla hatırlatması-
na rağmen pratikte alınan cevap ülkenin kendi
başkentinin bile güvenliğini sağlayamazken uzak
bölgelerdeki dağlara hakim olamayacağı şeklinde
olmuştur. 2005 yılının sonlarından 2008’in başlarına kadar adı konulmamış bir iç savaş yaşayan
Irak güvenlik güçlerinin zaten bu tür bir işbirliğini yapma kapasitesi olmadığı ortadadır. Fakat aynı dönemde Irak’ta resmi işgal sona ermiş olsa da
güvenliği sağlayan asıl güç olan ABD de benzer
bir tavır içinde olmuştur. Bu süre zarfında ABD,
Türkiye’nin terörle mücadelesine söylemsel destek vermekle birlikte zaman zaman KBY’ye baskı yapmak ve terörle mücadelede bir türlü işlev
kazanamayan Üçlü Mekanizma’nın kurulmasına
ön ayak olmak dışında Irak’ta PKK ile mücadelede pratikte hiçbir adım atmamıştır. Büyük bir
olasılıkla ABD’nin bu davranışının ardında Iraklı
direnişçilerle mücadelesinde kuvvetlerini dağıtmamak ve Irak’ta işgalden sonra en iyi müttefiki
olan KBY’yi küstürmemek ve hatta “Türkiye’ye
ezdirmemek” isteği olduğu söylenebilir. PKK saldırılarının arttığı 2007 yılı sonlarında ABD’nin
KBY’ye yönelik baskısında bir artış olduğu gö-
rülse de Türkiye’nin bu dönemde PKK ile mücadelede daha çok işbirliği yaptığı ülkelerin İran ve
Suriye olduğu hatırlanmalıdır. Bununla birlikte,
2008 yılının başlarında Türkiye’nin Irak’ta ger-
çekleştirmiş olduğu sınır ötesi operasyonun ardından Iraklı Kürtlerle ilişkilerinde yeni bir dö-
nem başlamış, buna 2009 yılındaki Irak’ta deği-
şen siyasi denklem ve ABD’nin çekilme sürecinin
başlamasının etkisi değişimi yavaş yavaş işbirliği
noktasına götüren yolu açmıştır. Buna paralel
olarak terörle mücadelede işbirliği beklentisi daha gerçekçi bir biçimde MIH’dan KBY’e kaymış-
tır. Fakat bu süreç ABD tarafından ve onun da
içinde olduğu çeşitli mekanizmalarla desteklenmesine rağmen bu beklenti hep boşta kalmıştır.
KBY’nin resmi söylemi değişmiş, PKK saldırıları
kınanır olmuş ama somut gelişmeler güvenlik ve
askeri alanda değil kısmen siyasi alanda olmuş-
tur. Aynı süre zarfında MIH ile Türkiye arasında
içeriği tartışmalı bir terörle mücadele anlaşması
imzalanmış ve İran ile Türkiye’nin PKK ile ortak
mücadeledeki işbirliği artmış olmasına rağmen
PKK’nın Irak’taki varlığına yönelik somut ve kalıcı bir adım atılmamıştır. Özetle, şu noktanın altı
çizilebilir: Türkiye ile Irak’ta terörle mücadelede
rol oynayabilecek aktörler bu işbirliğini Irak’a
özgü şartların değişimi ve bölgesel güç mücadelesi ekseninde görmekte, bu nedenle Türkiye’nin
beklentilerini karşılayacak bir işbirliğine gitmemektedirler. Bu durum, Irak’ta Şii Araplar, Sünni Araplar ve Kürtler için geçerli olduğu kadar
ABD ve İran için de geçerlidir. Şartların değişimine bağlı olarak, aktörlerden birisinin ya da bir
grubunun Türkiye’ye yanaşması diğerinin buna
engel olmasına ya da kendi açılarından işbirliğini
dondurmalarına neden olmaktadır.
2. Aktörlerin PKK ile Mücadeleye Karşı
Duruşları ve İzledikleri Politikalar
2.1. Merkezi Irak Hükümeti
Yukarıda belirtildiği gibi, MIH, PKK terör örgü-
tüyle mücadele konusunda çoğunlukla Türkiye
ile işbirliği yapar bir görüntü çizmiştir. Söylemsel düzeyde PKK’yı eleştirmiş olmasına rağmen
pratikte etkin bir işbirliği sergilememiş hatta
Türkiye’nin gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonları zaman zaman eleştirmiştir.
5
Türkiye’nin PKK terör örgütüyle mücadelede
işbirliği konusunda Iraklı siyasi gruplardan beklentileri her fırsatta dile getirilmesine rağmen iş-
galden sonra
6
 iki ülke arasındaki ilk Terörle Mü-
cadele Anlaşması ancak 28 Eylül 2007 tarihinde
bir imzalanmıştır. Bu anlaşmanın sınır ötesi operasyonlarla ilgili 4. maddesi üzerinde tam olarak
mutabakata varılamamıştır.
7
 Bu nedenle 15 Ekim
2009’da Türkiye ile Irak arasında “Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti Arasında Terörle
Mücadele Anlaşması” adı altında yeni bir anlaş-
ma imzalanmıştır.
8
 Söz konusu anlaşma ile iki
ülke arasında “…karşılıklı olarak terör örgütlerinin diğer ülkeye karşı varlığına, eleman toplama,
eğitim, planlama, teröre teşvik gibi faaliyetleri ile
terör eylemlerine son verilmesi ve bunların engellenmesi, terör örgütlerine finansal ve lojistik
destek sağlanmasının sona erdirilmesi ve yasaklanması, terör örgütlerinin propagandasına izin
verilmemesi, terör örgütü bağlantılı kişilerin resmi kuruluşlar ve siyasi kurumlar ile ilişkilerinin
engellenmesi, terör örgütü mensuplarının “yargıla ya da iade et” ilkesi çerçevesinde adalet önü-
ne çıkarılması, terör örgütleri ve aranan teröristler hakkında atanacak temas noktaları aracılığıyla bilgi değişimi gerçekleştirilmesi konularında
işbirliği yapılması” öngörülmektedir.
9
 Ancak,
2007’deki anlaşmada üzerinde uzlaşılamayan sı-
nır ötesi operasyonlara ilişkin maddenin bu anlaşmada da yer almadığı görülmüştür. Nitekim
ilgili Anlaşma’nın onaylanmasına dair TBMM’de
hazırlanan Dışişleri Komisyonu Raporu’nun
muhalefet şerhinde bu hususun altı çizilmiş ve
muhalefetin sıcak takip hakkı olarak bilinen sınır
ötesi operasyonları içermemesi nedeniyle yasa
teklifine şerh koyduğu görülmüştür.
10
Normal şartlarda bu politikanın Irak hükümetinin toptan politikası olduğu ve bu yaklaşımın
hükümeti oluşturan partilerin tümünce paylaşıldığı düşünülebilir. Ancak, söz konusu güçlükle
ayakta duran ve kuruluşu 10 ay süren Irak hükü-
meti olunca partilerin başka çıkarlar karşısında
birbirlerine taviz verdiği görülmektedir.
Bu nedenle, aslında MIH denildiği zaman tek bir
bakış açısının geçerli olduğunu söylemek doğru
olmayacaktır. MIH 2005-2009 yılları arasında a-
ğırlıklı olarak Şii Arap-Kürt koalisyonundan ibaretti. 2009 yılından sonra ise bu denkleme Sünni
Araplar da dahil olmuştur. Ancak, MIH denilince akla genellikle hükümeti asıl kontrol eden güç
oldukları için Şii Araplar gelmektedir. Bu nedenle, güvenlik işbirliğine ilişkin konular genellikle
bu siyasi figürlerle daha yakından görüşülmüş-
tür. Şiilerin davranışlarını belirleyen etkenler ise
kendi aralarındaki güç mücadeleleri, ülke içindeki genel siyasi durum, Irak’ın güvenlik sorunu,
Türkiye ile ilişkilerden sağladıkları (sağlayacakları) yararlar ve İran’ın yönlendirmesi olmuştur.
Irak’ta Şii Arapların pek çok partisi ve siyasi akımı bulunmasına rağmen bunlar arasında en
önemlileri İslami Dava Partisi, Sadr Hareketi,
Irak İslami Yüksek Konseyi ve Fazilet Partisi’dir.
Bu siyasi akımlardan ilk ikisi diğerlerine göre
çok daha merkeziyetçi ve milliyetçi eğilimler
barındırmaktadır. Bu durum zaman zaman Türkiye ile bu akımlar arasında ortak bir anlayışın
doğmasına bazen de Türkiye’nin yürüttüğü sı-
nır ötesi operasyonlara en güçlü eleştirilerin bu
partilerden gelmesine neden olmaktadır. Fakat
bu partilerin Türkiye’nin PKK ile mücadelesine
yaklaşımları çoğunlukla İran’ın tutumu ve Irak
içindeki iç politik dengelere bağlı olarak şekillenmektedir. Gerek İbrahim Caferi gerekse Nuri
Maliki’nin başbakanlık dönemlerinde Irak hükü-
metleri PKK’nın Irak’taki varlığını sona erdirme
sözleri vermişlerdir.
11
 Bunun da ötesinde her
ikisi de merkeziyetçiliğin güçlenmesinden yana
siyasetçiler olarak Iraklı Kürtler ile federalizmin
tanımı, petrol yasası, Kerkük ve tartışmalı bölgeler konularında ciddi anlaşmazlıklar yaşamışlardır. Özellikle 2009 yılında Irak’ta yapılan Vilayet
Meclisi seçimlerinden sonra çok daha güçlü hale
gelen Nuri Maliki, Iraklı Kürt gruplarla ciddi bir
güç mücadelesi içine girmiştir. Bu güç mücadelesi özellikle petrol yasası ve tartışmalı bölgelerin
durumuyla ilgili örneklerde açıkça gözlemlenebilmektedir. 2010 seçiminden önce Türkiye ile
ilişkileri daha iyi durumda olan Maliki’nin 2009
yılı sonlarında PKK ile mücadelede daha ileri
adımlar attığı görülmektedir. Sadr Hareketi ise
genelde PKK hakkında açık bir tavır sergilemezken sınır ötesi operasyonlar gündeme geldiğinde
daha çok Irak’ın egemenliğine saygı gösterilmediğini belirtmekte olsa da bu konuda Türkiye’ye
yönelik eleştirilerini genelde alt seviyede tutmaktadır.
2010 yılındaki genel seçimden sonra Irak hükü-
metinin oluşumu evresinde yaşanan gerginlikler nedeniyle Türkiye ile İslami Dava Partisi’nin
arasının eskisi kadar iyi olmadığı söylenebilir.
Ancak, Ekim ayı başında Nuri Maliki’nin PKK
konusunda yaptığı çıkış son derece şaşırtıcı ve
bir o kadar da öğretici olmuştur. Son aylarda Iraklı Kürtler ile Maliki arasında açık bir gerginlik
yaşanmaktadır. Bu gerginliğin iki temel boyutu
olduğu söylenebilir: Suriye’deki gelişmeler ve
Irak’taki gelişmeler. Maliki, Suriye’de Esad rejimini en alt düzeyde eleştiren Arap liderlerden
birisidir. Hatta bazı açıklamaları dışında genel
olarak Suriye Yönetimi’ni rahatsız eden mesajlarının son derece az olduğu görülebilir. Bunun
temel nedeni, Dava Partisi ve diğer pek çok Iraklı
Şii Arap siyasi grubunun İran ile olan yakın iliş-
kisidir. Her ne kadar önceki yıllarda Maliki ile
Esad Yönetimi’nin arası Suriye’den Irak’a sızan
direnişçiler ve direnişe destek veren Baasçıların
Suriye’de barınması nedeniyle ciddi miktarda
gerginleşmiş olsa da hükümet kurulması sürecinde ve sonrasında Maliki ile Suriye arasındaki ilişkiler iyileşmiştir. Özellikle Arap Baharı’nın
başlamasından sonra büyük bir olasılıkla Maliki
kendi geleceği ile İran ve Suriye’deki rejimlerin
geleceği arasında önemli bir bağ görmektedir.
Suriye’de rejimin devrilmesinin yaratacağı etki
büyük bir olasılıkla sadece Iraklı Şiileri bir arada tutarak Irak’ı yönetmelerini sağlayan İran’ın
ileri savunma hattını yıkmış olmayacaktır. Muhtemelen, Maliki Mısır ve Suriye’deki gelişmelerin orta ya da uzun vadede siyasal denklemleri
değiştireceğini ve en azından bu iki ülkenin (ve
belki de Ürdün’ün) Sünni İslamcı hareketler tarafından (Müslüman Kardeşler veya onlarla aynı
ideolojik bir tabandan gelen bir hareket) kontrol
edileceğini düşünmektedir. Bu durumun Irak’ı
etkilemesi kaçınılmaz olabilir. Sünni Arapların
oluşturduğu koalisyonun seçimde elde ettiği ba-
şarı ve sonrasında Kürtlerle girmiş olduğu yakın
ilişki Maliki’yi daha da endişelendiriyor olabilir.
Özellikle, Kürtler ve El Irakiye’nin ortak bir hamleyle Maliki hükümetini devireceği söylentilerinin yaygınlaşması ve bu durumun ABD’nin çekilmesi sürecine denk gelmesi Irak’taki durumu
iyice gerginleştirmektedir. Bu nedenle, Maliki,
Irak’ta otoriteyi tek elde toplamaya çalışmaktadır. Bu doğrultuda Kürtler ile Dava Partisi arasında son dönemde ortaya çıkan iki gerginlik
daha da anlamlı hale gelmektedir. Bu gerginlikler petrol yasasının hazırlanmasında Başbakan
yardımcısı Hüseyin Şehristani ile KBH arasında
yaşanan petrol çıkarma restleşmesi ve Maliki’nin
Hanekin’deki Kürt bayrağını indirmesi ve Kerkük
dahil tartışmalı bölgelerde Kürtleri köşeye sıkış-
tırma arayışında görülebilir.
Özetle, Maliki’nin ABD’nin çekilmesi ertesinde
Irak’ı İran’a bırakmamak için Sünni Arap-Kürt
Koalisyonu’nu iktidara taşıyabileceği kaygısı nedeniyle Irak’ta iktidarı tek elde toplama çabası onu her geçen gün İran’a daha da yakınlaştırmaktadır. Bu nedenle genellikle algılananın tersine
Maliki’nin ekim ayı başında PKK’yı kontrol altına
almanın yolu olarak Irak ordusunun Kuzey Irak’a
gitmesini göstermesi, PKK’ya büyük bir darbe
vurarak Türkiye’yle bozuk olan ilişkisini tamir
etme arayışının ötesindedir. Maliki’nin gerçekçilikten uzak olsa da bu önerisinin gerçekleşmesi
halinde hem PJAK’ın hareket alanını sınırlandı-
rarak İran açısından önemli bir adım atabileceği
hem de Iraklı Kürtlerin egemenlik ve yetki alanını ciddi bir biçimde sınırlandırabileceği söylenebilir. Görüldüğü gibi, Maliki ve diğer Şii partilerin büyük bir kısmı ABD’nin çekilmesi sonrasındaki dönemde Irak’ta iktidarın el değiştirmesi
konusunda yaşanabilecek gelişmelere ve bölgede
Sünni İslamcı hareketlerin yükselişiyle yaşanabilecek değişimlere ilişkin kaygı içinde olabilirler.
Bu durumda, PKK ile mücadelede işbirliği Irak
Türkiye, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden PKK ile mücadelede
daha aktif bir rol almasını istiyor.
hükümetini kontrol eden Şii partilerin çoğu açı-
sından gerçekçi ve dostane bir adım olmaktan
çok başka planların ürünüdür. Devletlerin ya da
aktörlerin kendi çıkarlarını ön plana çıkararak
diğerleriyle kısa süreli ittifaklar ya da işbirlikleri yapması normal olabilir. Ancak, görüldüğü
kadarıyla Iraklı Şiiler bu konuda Türkiye’nin taleplerini karşılamaktan uzak olduğu kadar PKK
terör örgütüyle gerçekten mücadele etmektense
bu meseleyi başka planlamalar için kamuflaj olarak kullanabilirler.
MIH denilince akla gelen diğer aktör olan Sünni
Araplar ise Türkiye ile terörle mücadele konusunda daha fazla ortak noktaya sahip olabilirler,
ancak, halihazırda buna ilişkin siyasi, örgütsel
ve askeri güçleri olmadığı söylenebilir. Kendi
içlerinde en az Şii Araplar kadar parçalanmış
olan Sünni Arapların temel beklentileri üzerilerindeki Şii Arap baskısını azaltmaktır. Bununla
birlikte, uzun bir süre Irak’ta merkeziyetçiliğin
en güçlü savunucusu olan Sünni Arapların son
dönemlerde KBY’nin durumuna öykünerek kendi federal bölgelerini kurma arayışında olduğu
görülmektedir. Bugüne kadar Sünni Arapların
güçlü olduğu yerlerde PKK’ya yönelik atılmış en
somut adım PKK yanlısı Iraklı Kürt partisinin
Musul’daki ofisinin kapatılmasıdır. Ancak Sünni
Arapların Irak siyasi sistemi ve güvenlik güçleri
içindeki gücü sınırlı ve genellikle yereldir. Her biri kendi içinde pek çok anlaşmazlığı olan Sünni
Arapların Türkiye’yle iyi ilişki kurma arayışlarına
rağmen mevcut durumlarıyla bir etkinliğe sahip
olmamaları Türkiye’nin onlardan beklentilerini
yerine getirmesini engellemektedir.
2.2. Iraklı Kürt Grupların Tutumları
Irak’ın işgalinden sonra Türkiye ve Iraklı Kürtler
arasındaki ilişkiler son derece çalkantılı ve gergin
günler geçirmiştir.
12
 Irak’tan Türkiye’ye yönelen
her terör saldırısından sonra sorunun çözüm adresi olarak gösterilen yerlerden birisi Kuzey Irak
olmuştur. Bu adresin büyük ölçüde doğru oldu-
ğunun altı çizilmelidir. Bugün, Iraklı Kürt grupların, daha doğu bir tabirle KDP’nin Türkiye ile
daha yakın ilişkiler geliştirdiği ve PKK ile mücadelede daha samimi ve somut katkılarda bulunabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bununla
birlikte, işgal sonrası Kürt partilerin politikaları,
Kürtlerin Irak’taki değişim ve Arap Baharı’ndan
etkilenme potansiyelleri dikkat alındığında bu
katkının koşullu ve sınırlı olacağı saptanabilir.
Irak’ın işgalinden sonra kendilerine Irak’ta yeni bir konum sağlayan Kürt partilerin PKK ile
mücadele konusunda önceki yıllardan çok daha
farklı davrandığı ortadadır. KDP’nin 1990lı yıllarda TSK ile birlikte PKK’ya karşı operasyonlar
yürüttüğü, KYB’nin ise 2000lerin başında dahi
Türkiye’den silah ve maddi yardım talebi karşı-
lığında PKK ile mücadeleye girişeceği taahhüdü
verdiği bilinmektedir.
13
 Ancak, işgalden sonra
Türkiye’nin PKK ile mücadelede işbirliği konusundaki talepleri Iraklı Kürtler tarafından savaş
sonrası elde ettikleri kazanımları ortadan kaldırmaya yönelik taktik bir baskısı olarak algılanmıştır. Wikileaks belgelerinde başta Mesut Barzani olmak üzere Iraklı Kürt liderlerin görüşleri
açıkça aktarılmaktadır. Bu belgelerde Kürtlerin,
Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki taleplerini gerçekçi bulmadığı ve başta Kerkük olmak üzere önemli konularda baskı yapmak için
öne sürülmüş talepler olduğunu düşündükleri
görülmektedir. Hatta Mesut Barzani, ABDli yetkililere Türkiye’de bazı çevrelerin savunma büt-
çesinin yüksekliğini sürdürebilmek için PKK’yı
kullandığını, gerçekte kara operasyonu yapmak
istemediğini, eğer bir kara operasyonu yapılırsa
bunun Türkiye için kanlı sonuçlar doğuracağını
söylemiştir. Dahası, TSK’nın sınır ötesi operasyonunda PKK ile çatışması halinde buna müdahil olmayacaklarını ancak PKK dışındaki hedeflerin vurulması halinde kendilerini savunacaklarını belirtmiştir.
14
 Barzani, bunun da ötesine
giderek Türkiye’nin 2007 yılında gerçekleştirdiği
bir hava harekatından sonra Türkiye’nin sınırdan
30 km. içeriyi bombaladığını, bunun tekrarlanması halinde Kuzey Irak’ta bulunan Türk askerlerine saldırabileceğini söylemiştir.
15
 Ancak tüm
bu sert söylemlerin ardında bir stratejik beklenti
olduğu görülmektedir. Bu beklenti, Türkiye’nin
KBY’yi muhatap olarak almasıdır. Anılan dö-
nemde Türkiye’nin Irak ile güvenlik konularında yürüttüğü müzakerelerde Irak heyetine Kürt
temsilcilerin katılması ya da başkanlık etmesini
kabul etmemesi dahi Kürtlerde ciddi bir tepki
yaratmıştır. Iraklı Kürtler, Türkiye’nin kendisini
meşru bir aktör olarak kabul etmesi karşılığında terörle mücadelede işbirliği yapma hazır bir
görüntü çizmektedir. Hatta Türkiye’nin kendilerini muhatap olarak kabul etmesi durumunda
PKK’nın hareketliliğini engellemek için ortak
kontrol noktaları kurulması, ortak devriyeler
oluşturulması, peşmergelerin sınırdaki PKK
sızmalarına karşı konuşlanması gibi tedbirlerin
alınabileceğini bile ileri sürmüşlerdir.
16
 KBY liderinin bu bakış açısının diğer önde gelen Kürt siyasiler tarafından da paylaşıldığı bilinmektedir.
17
2007 yılının sonlarında PKK’nın terör eylemlerinin artmasını takiben yaşanan gerginlik sonucunda Türkiye’nin 2008 yılı başında gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyon ise Türkiye ile
Iraklı Kürtler arasında güvenlik merkezli ilişkilerde bir dönüm noktası yaratmıştır. Operasyonun gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra
Celal Talabani’nin Türkiye’ye davet edilmesi bu
sürecin başlangıç noktasını teşkil etmiştir. 2008
yılından itibaren ise Türkiye ile Iraklı Kürtler arasındaki ilişkiler aşamalı olarak iyileşmeye baş-
lamış, 30 Ekim 2009’da Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu’nun ziyareti sonrasında iyileşme daha
da hızlanmıştır.  O tarihten bu yana Türkiye ve
Iraklı Kürtler arasında diplomatik, ekonomik ve
siyasi alanda ciddi bir iyileşme yaşandığı gözlemlenmektedir. Fakat yaşanan bu iyileşmenin
terörle mücadelede işbirliğine ne kadar yansı-
dığı tartışma konusudur. Karşılıklı ziyaretler ve
ikili ekonomik ilişkilerde yaşanan iyileşmenin
kamuoyundaki mesajlar konusunda bir iyileşme
yarattığı görülmektedir. Ancak, istihbarat payla-
şımı ve Türkiye’nin terörle mücadelede işbirliği
konusunda yapmış olduğu tüm somut önerilerin
havada kaldığı görülmüştür. Bu önerilere hayır
denilmese de uygulamada PKK’ya yönelik bir
istihbarat paylaşımından Iraklı Kürtlerin huzursuzluk duyduğu KDP’nin İstihbaratının başkanı
ve aynı zamanda Mesut Barzani’nin veliahdı olan
oğlu Mesrur Barzani’nin kendi sözlerinden anla-
şılmaktadır.
18
Bu noktada altı çizilmesi gereken diğer bir nokta da KBY’deki farklılaşmadır. Yazının önceki
bölümlerinde ileri sürülen Iraklı siyasi gruplar
arasındaki güç mücadelesinin terörle mücadelede işbirliği konusunda oynadığı rol Kürt partileri
için de geçerlidir. Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde son dönemde Iraklı Kürtlerin tamamıyla
değil KDP ile ilişkilerinin ön plana çıktığı gö-
rülmektedir. Dikkat edilirse, saldırılardan kısa
bir süre önce Türkiye’yi ziyaret eden Irak Dı-
şişleri Bakanı Hoşyar Zebari, saldırılar üzerine
Türkiye’yi arayıp taziye bildiren Mesut Barzani,
Çukurca saldırısının ertesi günü Türkiye’ye gelen
Necirvan Barzani ve terörle mücadele toplantı-
larına Kürtler tarafından genellikle gönderilen
kişi olan Kerim Sincari KDP’lidir. Daha da ilginç olanı, halihazırda KDP Başkan Yardımcılı-
ğı dışında hiçbir görevi olmayan Necirvan Barzani konuya eğilip Türkiye’ye gelirken KBH’nin
başbakanı olan Barham Salih’in bu süreçte hiç
görünmemiştir. Bu durum, Irak’taki Kürtlerin
politikalarında bir değişim olsa da bunun tüm
partileri kapsamadığını göstermektedir. Açıkçası Türkiye’nin Iraklı Kürtler ile değil KDP ile iyi
ilişkiler geliştirdiği ve terörle mücadele konusunda geçmişte yaşadığı sertleşmelere rağmen yine
KDP ile ortak harekete giriştiğidir. Bu durum,
Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmeler ile yakında ilgili
olabilir. Çünkü ideolojik kökenleri ve toplumsal
tabanı çok farklı olsa da KYB’nin İran sınırına yakın bir bölgede olduğu ve tarihsel olarak KYB ile
İran ilişkilerinin daha iyi olduğu bilinmektedir.
Bulunduğu coğrafya itibarıyla İran’ı kışkırtmak
istemeyen KYB’nin süreçten en hafif deyimiyle
uzakta kalmaya çalıştığı söylenebilir. Oysa Türkiye Irak sınırının önemi bir kısmı fiili olarak
KDP’nin etki ve kontrol alanı iken Kandil Dağı ve
civarında kalan bölgelerin çoğu da KYB’nin etki
ve kontrol alanındadır. Dolayısıyla, KDP ile işbirliği Türkiye’nin sınırlarının temizlenmesi açısından yararlı olabilir, ancak kapsamlı bir işbirliği
için KYB’nin de sürece dahil olması gerekmektedir. Bu süreçte, gerek KDP-KYB ilişkileri gerekse Irak’ın geleceğinde yaşanabilecek gelişmeler
önemli rol oynamaktadır. KDP’nin önümüzdeki
yılbaşında başbakanlığı KYB’den teslim almak istemesi iki parti arasındaki ilişkiyi gerebilecektir.
Bu durum, bölgesel Kürt parlamentosunda Irak parlamentosundaki gibi bir denklem yaratabilir.
Çünkü KDP ile KYB bugün ayrılırsa eşit sayıda
milletvekilleri olduğu için KYB’nin yeni oluşumun başını çekmesi olasılığı güçlüdür. KDP’ye
karşı diğer partilerde birleşen tepkiler bir arada
düşünüldüğünde KYB’nin İran’ın da desteğini
alarak seçim sonrasında süreci yönlendirmesiyle
karşı karşıya kalınabilir. Bu durumda KDP için
en uygun seçenek ABD ve Türkiye ile ilişkilerini
geliştirmektir. Bu nedenle, KDP, terörle mücadelede işbirliği konusunda KYB’den daha yakın
bir görüntü çizmesine rağmen bu işbirliği ger-
çekten PKK terör örgütünün faaliyetlerini sona
erdirmek gibi bir amaç taşımamaktadır. Tersine,
Kürtler arasında silahlı bir çatışmaya girmek ya
da bir başka ülkeye bu konuda yardımcı olmak
şeklinde bir görüntü vermek, Kuzey Irak’ta süre
giden ulus inşası ve devletleşme sürecine darbe
vurmak anlamına gelecektir ki; bu görüntü, Kuzey Irak’ta hiçbir siyasal aktörün edinmek istedi-
ği bir imaj değildir.
Özetle, Iraklı Kürt grupların PKK ile mücadelede işbirliği konusunda etkili olma potansiyelleri
yüksek olmakla birlikte bu potansiyelin pratiğe
dönüşme olasılığı çok düşüktür. Gerçeğe dönüş-
tüğü noktada ise bu işbirliği PKK’yı bitirmeye
değil mevcut şartlar altında belli bir süre için
Türkiye ile ilişkileri iyileştirmeye dayalı olaca-
ğından Türkiye’nin beklediği ve istediği sonucu
üretmesi güçtür.
2.3. İran ve ABD Denklemi
İran, PKK terörü ile mücadelede çelişkili bir politika izlemektedir. 1980 ve 90lı yıllarda PKK’ya açık bir destek sağlayan İran 2003’te Irak’ın iş-
galiyle birlikte ciddi bir politika değişikliğine gitmiştir. Bu değişikliğin arkasında ABD’nin Irak’ı
işgal etmesiyle bölgede yaşanan güç değişikliği
ve PKK’nın kolu olarak kurulan PJAK’ın faaliyetleri yer almaktadır.
Irak’ın işgalden sonra parçalanması olasılığı
2003’ten sonra bu parçalanmadan kısa vadede
en çok etkilenebilecek ülkeler olan Türkiye, İran
ve Suriye’yi yakınlaştırmıştır. Bu çerçevede üç ülkenin özellikle Irak’ın toprak bütünlüğüne ilişkin
politikalarındaki yakınlık PKK ile mücadele konusuna da yansımıştır. Dahası, PJAK’ın ABD ve
İsrail adına İran’da istihbarat topladığı düşüncesi
İran’ın PKK ve PJAK’a karşı sertleşen bir tutum
takınmasına neden olmuştur. Bu çerçevede özellikle son aylarda İran’ın gerek kendi sınırları içinde gerekse Irak sınırlarında PJAK’a yönelik ciddi
operasyonlar yürüttüğü bilinmektedir. Dahası,
kısa bir süre önce PKK terör örgütünün önemli
isimlerinden Murat Karayılan’ın İran tarafından
yakalandığı ancak teslim edilmediği iddia edilmektedir. Ancak, Çukurca saldırısından kısa bir
süre sonra İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi Türkiye’ye gelmiş ve terörle mücadelede destek mesajları vermiştir.
19
 Bu karmaşık düzlemde
İran’ın beklenti ve çıkarları tahlil edildiğinde aslında İran’ın PKK terör örgütüyle mücadelede
Türkiye’ye söylemsel yaklaşımıyla uygulama arasında farklılık olduğu görülebilir.
İran, Ortadoğu’da değişim rüzgarından hem
olumlu hem de olumsuz yönde etkilenmektedir. Bir yanda, Mısır’da yaşanan değişim Arap
dünyasında ciddi bir güç boşluğu yaratır ve Basra Körfezi’ndeki Arap ülkelerinde Şii muhalefet
canlanma yoluna girerken diğer yanda İran’ın
bölgedeki en önemli müttefiki olan Suriye ciddi
bir kriz içindedir. Suriye’de yaşanması muhtemel
bir iktidar değişikliği İran için çok ciddi bir stratejik darbe olabilecektir. Suriye, İran için Irak,
Lübnan, Filistin ve İsrail politikalarında önemli
bir devlettir. Özellikle İran’ın Doğu Akdeniz’e
erişiminde Suriye’nin oynadığı rol son derece
kritiktir. Ayrıca, Suriye’deki rejimin devre dışı
kalmasıyla İran’ın Hizbullah ve Hamas üzerindeki etkinliğinin çok büyük bir darbe yemesi ve bu
iki aktörün Lübnan ve Filistin’deki siyasi güçlerinin gerilemesi olasılığı güçlüdür. Son dönemdeki
açıklamaların da gösterdiği gibi İran, bölgedeki
değişim sürecinin belirli bir kısmını kendisine
yönelik bir hamle olarak görmektedir. Bunun da
ötesinde Türkiye’nin Suriye’deki muhalefete verdiği desteği ve NATO Savunma Kalkanı içinde
üstlenmiş olduğu rolü doğrudan kendisine bir
tehdit olarak algıladığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Tüm bunlara Irak’taki gelişmelerin de eklenmesi süreci daha iyi anlamak için yararlı olabilir.
ABD’nin çekilme sürecinden sonra Irak’ta İran’ın
etkili olmasını ihtimalinin çok yüksek olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak, ABD’nin İran’ın etkin
olacağı bir siyasi yapı yerine Sünni-Şii-Kürt dengesi kurabilmiş bir Irak görmek istediğini söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte
bu dengenin kurulabilmesi için Sünni Araplar ile
Kürtler arasında yakın bir işbirliğinin sağlanması
son derece kritiktir. Irak’ta bu iki grubu bir arada tutabilecek ve bunlara sağladığı destekle Şiiler
ile diğer gruplar arasındaki dengeyi sağlayabilecek tek aktör ise Türkiye’dir. Türkiye’nin ise bu
dengeyi sağlayabilecek düzeyde Iraklı Kürtler le ilişkisini geliştirmesinin temel yolu Kerkük
Meselesi’nin ve kendi içindeki Kürt Sorunu’nun
çözülmesidir. Aslında ABD’li analizcilerin
yaptığı değerlendirmelerde Türkiye’deki Kürt
Sorunu’nun çözülmesinin Kerkük’e ve KBH’ye
yaklaşımını değiştireceği beklentisi yaygındır.
Bu nedenle, Kürt Sorunu’nun çözülmesi önünde bir engel olarak gördüğü PKK’nın devreden
çıkmasını bir gereklilik olarak görmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla, ABD’nin yaptığı değerlendirmelerde kendi içinde Kürt Sorunu’nu çözen ya
da çözme konusunda ciddi ilerlemeler kaydeden
Türkiye, hem Irak’ta hem de Suriye’de yaşanacak
siyasi denklem değişimlerinden ya da sınırların
değişiminden çok büyük bir tehdit algılamayabilecektir. Bu nedenle, PKK’ya darbe vurulması
ve denklemden çıkarılması Türkiye’nin Ortado-
ğu’daki rolü açısından önemli olabilecektir.
Özetle, ABD ve İran’ın Ortadoğu’daki güç mü-
cadelesi bu devletlerin PKK’ya karşı tutumlarını
etkilemektedir. Mevcut şartlarda, Türkiye’nin
terörle mücadelesine ABD’nin verebileceği (verdiği) desteğin stratejik çıkarlarına daha uygun
olduğu, İran’ın ise aynı beklentileri paylaşmadığı
söylenebilir. Ancak her iki devletin geçmişteki
uygulamalarına bakıldığında PKK’nın yok edilmesine destek vermekten ziyade kendi çıkarları
doğrultusunda PKK’nın bir süreliğine sindirilmesine ya da desteklenmesine yöneldikleri gö-
rülmektedir.
Sonuç Yerine: Türkiye’nin Terörle
Mücadelede Tam İşbirliği Beklentileri
Neden Gerçekçi Değildir?
Yukarıda özetle ortaya konulmaya çalışıldı-
ğı gibi, PKK terör örgütü ile mücadele sadece
Türkiye’nin içindeki gelişmelerle bağlantılı bir
konu değildir. PKK, 1980’li yıllarda nasıl bölge ya da bölge dışı güçlerin taktik eylemlerinin
ve planlarının bir parçası olarak işlev gördüyse
bugün de aynı durumdadır. Türkiye’de son yıllarda yapılan tartışmalarda Kürt Sorunu’nun
çözülmesinde siyasi süreç haklı olarak ön plana
çıkarılmaktadır. Siyasal bir sorunun çözümüne
salt askeri yöntemlerle yanıt bulunamayacağı
gibi sadece ekonomik ve toplumsal önlemler de
ilerleme kaydedilmesi güçtür. Bu nedenle terörle
mücadele siyasi, ekonomik, askeri ve toplumsal
boyutlarda yürütülmesi gereken bir süreçtir. Bu
sürecin siyasi ve ekonomik boyutları ne kadar
önemseniyorsa askeri ve diplomatik boyutları da
önemsenmelidir. Çünkü sürecin bir parçası oldu-
ğunu iddia edenlerin terörist bir örgütle ilişkilerini koruduğu ve hatta bu örgüte yaşamsal olarak
bağlı olduğu bir ortamda aksi düşünülemez. Elbette, terörle mücadele sadece ve temelde askeri
yöntemlerle çözülemez. Ayrıca, PKK terör örgü-
tüyle mücadelenin tek adresi Türkiye sınırlarının
dışında değildir. Bununla birlikte, hem PKK’nın
varlığı ve faaliyetlerinin Ortadoğu denklemindeki yeri hem de terör örgütünün sınır ötesindeki üslenmesi yürütülen şiddet kampanyasının
ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bu nedenle, Türkiye’nin terörle mücadelede iç politikada
atmayı planladığı ya da uygulamaya koyduğu adımların stratejik bir bakış açısıyla dış politikayla
desteklenmesi gerekmektedir. Bu süreçte askeri
araçlar ise ihmal edilmemelidir. Çünkü ne olursa
olsun, Türkiye topraklarının hemen yanı başında örgütlenmiş ve üslenmiş bir terör örgütü bulunmaktadır. PKK’nın varlığı ve faaliyetleri bölge çapında etkiler taşıdıkça ne bölge ülkeleri ne
bölge dışı güçler ne de diğer aktörlerden samimi
ve kalıcı bir katkı beklemek güçtür. Bunun en ö-
nemli kanıtı ise destek mesajlarının yaygınlığına
rağmen pratiğin zayıflığıdır. Türkiye’nin terörle
mücadelesi ne Irak’ta başlayacak ne de orada son
bulacaktır. Ancak, terör örgütünün Irak’ta varlığı
sorunun bir parçasıdır. Böylesine karmaşık bir
denklemde Türkiye’nin elde edebileceği işbirliği
kritiktir. Fakat bu kritik işbirliği görüldüğü gibi
iyi komşuluk ilişkilerine indirgenemeyecek karmaşıklıkta çıkar ilişkilerini içermektedir. Bu bağ-
lamda, Türkiye’nin terörle mücadelede geçmişte
olduğu gibi gelecekte de diğer aktörlerle işbirliği
yapmasının önemli olduğu kabul edilmeli, ancak
bu işbirliğinin sınırları ve yararları üzerine de
gerçekçi beklentiler inşa edilmelidir.
DİPONOTLAR
1 Genelkurmay Başkanlığı tarafından 20 Ekim 2011 tarihinde yapılan basın açıklaması, http://www.tsk.tr/10_ARSIV/10_1_Basin_Yayin_Faaliyetleri/10_1_Basin_Aciklamalari/2011/BA_19.htm
2 “NeçirvanBarzaniAnkara’da”20Ekim2011,http://www.trt.net.tr/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=48a16f81-
f615-4a83-a853-dbae10d6a498
3 Erdoğan: “Kara Harekatı Netice Almanın Bir Adıdır” 20 Ekim 2011, http://www.t24.com.tr/content/newsdetail.
aspx?cat=24&newscode=176203
4 “Irak Siyasi Durum Genel Bilgi Notu/İkili Ziyaretler”, Dışişleri Bakanlığı Resmi Web Sayfası, http://www.mfa.gov.tr/
turkiye-irak-siyasi-iliskileri.tr.mfa
5 “Iraq Parliament Speaker Backs Barzani, Threatens Turkey,” 14 Nisan 2007, Today’s Zaman, http://www.todayszaman.com/newsDetail_getNewsById.action?load=detay&link=108368
6 Türkiye ile Irak arasında işgalden önceki güvenlik işbirliği anlaşmaları ve bunların hukuksal yönden değerlendirilmesi için bkz. Funda Keskin, “Turkey’s Trans-Border Operations in Northern Iraq: Before and after the Invasion
of Iraq” Research Journal of International Studies, Sayı 8, Kasım 2008, ss. 59-75. http://www.eurojournals.com/
rjis_8_06.pdf
7 Irak Siyasi Durum Genel Bilgi Notu/İkili Ziyaretler”, Dışişleri Bakanlığı Resmi Web Sayfası, http://www.mfa.gov.tr/
turkiye-irak-siyasi-iliskileri.tr.mfa
8 Anlaşmanın metni için bkz. http://www2.tbmm.gov.tr/d23/1/1-0831.pdf
9 Bu ifadeler anlaşmanın uygulanması için hükümet tarafından hazırlanan kanun tasarısı teklifinden alınmıştır.
Kanun Tasarısı için bkz. http://www2.tbmm.gov.tr/d23/1/1-0831.pdf
10 Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti Arasında Terörle Mücadele Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu, (1/379), 22 Eylül 2011, http://www.tbmm.gov.tr/
sirasayi/donem24/yil01/ss3.pdf
11 Al-Jaafari: PKK has no place in Iraq, Hurriyet Daily News, 1 Mart 2005, http://www.hurriyetdailynews.com/h.
php?news=al-jaafari-pkk-has-no-place-in-iraq-2005-03-01 ; Iraq vows to arrest PKK rebels,” BBC, 3 Kasım 2007,
http://news.bbc.co.uk/2/hi/7076233.stm
12 Bu döneme ilişkin ayrıntılı bir inceleme için bkz. Serhat Erkmen,
13 “Talabani’ye Teknik Yardım,” Hürriyet , 8 Ocak 2001, http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2001/01/08/279893.asp ;
Mutlu Çölgeçen, “Talabani’ye Her Ay 600 Bin Dolar,” Sabah, 31 Ağustos 2010, http://www.sabah.com.tr/Gundem/2010/08/31/pesmergelerin_maasi_turkiyeden_gonderildi_47805134348
14 Barzani and Talabani Discuss PKK, Turkish Relations With Ambassador, 19 Aralık 2006, http://wikileaks.org/
cable/2006/12/06BAGHDAD4625.html
15 Barzani Condemns Turkish Attacks in KRG, Agrees Remain to Quite Unless Atacks Continue, 21 Temmuz 2007,
http://wikileaks.org/cable/2007/07/07BAGHDAD2422.html
16 Iraqi DFM Wiews on Turkey and PKK, 31 Ekim 2007, http://wikileaks.org/cable/2007/10/07BAGHDAD3608.html
17 Mesrur barzani’nin görüşleri için bkz. krg upbeat on talks with turkey, 10 Mayis 2008,  http://wikileaks.org/
cable/2008/05/08BAGHDAD1451.html ; kurds in baghdad on the Crisis with turkey 31 ekiM 2007, http://wikileaks.org/
Cable/2007/10/07baghdad3615.htM
18 KRG Seeks to Balance Relations With Turkey and PKK, 30 Aralık 2009, http://wikileaks.org/
cable/2009/12/09BAGHDAD3364.html
19 “İran Dışişleri Bakanı Salihi, Dışişleri Bakanlığı’nda” Zaman, 21 Ekim 2011, http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1193201&title=iran-disisleri-bakani-salihi-disisleri-bakanliginda
(Kaynak: ORSAM, 5 Kasım 2011)

Hiç yorum yok: