2 Kasım 2011 Çarşamba

Ömer Ersoy - Erbil’in Hesabı Bağdat’tan Döner mi?

Petrolün Paylaşımı Sorunu

2003 Irak işgalinin mimarı olan dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un Irak’taki muhtemel kazanımlarının başına petrol yasasını koyması boşuna değildir. Iraklıların yaşadığı bu olağandışı dönemde ABD ile BP, Shell, Total ve Chevron gibi Batılı petrol şirketlerinin akıl hocalığında hazırlanan petrol ve doğal gaz kanunu, Irak Hükümeti’ne 2007 yılında sunulmuş ve Hükümet de onay için aynı yıl yasa taslağını Irak Meclisi’ne sevk etmiştir.

Irak, sahip olduğu petrol rezervleri bakımından dünya 3üncü sırada gelmektedir. Bilinen 115 milyar varil petrol rezervine sahip Irak’ta, en az bu miktar kadar petrol rezervinin de keşfedilmeyi beklediği tahmin edilmektedir. Bu da, ABD, Fransa, İngiltere ve Çin gibi petrole bağımlı büyük ekonomilerin iştahını kabartmaktadır. Ancak Irak’ın, kendi geleceğini inşaa etmek için de petrol ve doğal gazdan başka bir seçeneği bulunmadığı da açıktır.

Peki, taslak yasa ne getirmekteydi? Irak’ın petrol sanayisi üzerinde 1972 yılından beri süre gelen devlet tekelinin kaldırılmasını ve yabancı şirketlerle üretim paylaşım esasına dayalı uzun süreli sözleşmelerin yapılmasını öngörmektedir. Böylece, büyük petrol şirketleri cazip koşullarda üretime ortak olacak ve yeni havzaların keşfedilmesinde ve işletilmesinde daha hırslı politikalar uygulayabilecektir.  

Ancak petrol yasası, Irak Meclisinden bırakın onay almayı, ülke içindeki güç odakları arasında yeni tartışmaların ve çekişmelerin yaşanmasına yol açmıştır. Bölgesel Kürt yönetimi taslak yasanın, merkezi hükümete petrol havzalarının yönetimi ve işletilmesiyle ilgili yapılacak sözleşmelerin onaylanması ya da feshi konusunda çok fazla söz hakkı verdiğini ileri sürerek taslak yasaya karşı çıkmaktadır.

Kuzey Irak’ın Sıkıntılı Tercihleri

Bilindiği gibi, kendi geleceklerini Saddam’ın devrilmesinde gören Irak’lı Kürtler, işgal öncesi ve sonrasında ABD’yle ortak hareket etmiş ve bunun karşılığında ülkenin kuzeyinde özerk bir yapıya kavuşmuşlardır. Bu kapsamda, Erbil, Dohuk ve Süleymaniye, kurulan bölgesel yönetimin yetki alanına dâhil edilmiştir. Irak’ın geriye kalanında da özerk ya da federe yönetimlerin kurulması meselesi ve zaman zaman bu yönde yükselen talepler, Bağdat tarafından, ülkenin bütün olarak kalabilme gücünü zayıflatan unsurlar olarak değerlendirilmektedir.

Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimin nihai amacının, siyasi anlamda Irak’tan kopmak olduğu gerçeğini de göz önüne aldığımızda bu konuda atılacak her türlü adım Irak’ın parçalanması anlamına geleceği bir gerçektir. Konjünktür gereği, şu an için böyle bir adımın atılması mümkün olmamış olsa da, muhtemel bir bağımsızlığın dinamosunu çalıştırabilecek yegâne gücün Irak’ın kuzeyinde bulunan geniş petrol havzalarından geçtiği şüphe götürmez. Erbil’le Bağdat arasında özellikle Kerkük ve Musul başta olmak üzere, petrol ve doğal gaz rezervleri bakımından zengin şehirlerin yeni statüleri konusunda yaşanan çekişmeler ve tartışmaların da kaynağında bu mesele vardır.

Özellikle Türkmenlerin, Kürtlerin ve Arapların bir arada yaşadığı Kerkük gibi stratejik önemi haiz bir şehrin bölgesel Kürt yönetiminin sınırları içine mi yoksa şu anda olduğu gibi kendine has konumunda kalmaya devam mı edeceği sorusu, Erbil ile Bağdat arasında potansiyel bir çatışma alanı olarak kalmaya devam etmektedir. Kerkük’ün geleceğini tayin edebilmek için Irak Anayasası’nda öngörülen refrandum şartının sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi ihtimali ise, 2003 yılından sonra Kerkük’ün Kürtler lehine demografisinin değiştirilmesi nedeniyle oldukça zayıflamıştır.

2006 yılından beri bölgesel yönetim, enerji politikasını tek başına şekillendirmek ve petrol üretim kapasitesini artırmak amacıyla, birçok yabancı petrol şirketiyle Bağdat yönetiminin onayını almaksızın ikili anlaşmalar imza etmiştir. Bu tür anlaşmalar Bağdat Hükümetince yok hükmünde kabul edilmekte ve bahse konu şirketlere merkezi iktidar tarafından çeşitli yaptırımlar uygulanmaktadır. Bu tartışmalı durum, büyük petrol şirketlerinin Kuzey Irak’a uzun vadeli yatırım stratejileriyle girmesini engellemektedir.

Erbil’in Bölgesel Açılımı

Son günlerde, ABD’nin Irak’tan tamamen çekilme sürecinin netlik kazanmasıyla birlikte, Kuzey Irak bölgesel yönetimin, bölgesel işbirliği ve dayanışma anlamında yeni arayışlar içine girdiğine şahit oluyoruz. ABD’nin daha zayıf olacağı bir Bağdat’ta, bölgesel Kürt yönetiminin sesinin daha az duyulacağı açıktır. Irak Başbakanı Nuri El-Maliki’nin geçen günlerde yaptığı, ‘Irak’ın kuzeyinin komşu ülkelerle olan sınırlarını Irak ordusunun koruması gerektiğine’ dair açıklaması, Bağdat’ın otoritesini ülkenin kuzeyine de genişletmek istediğini göstermektedir. Ancak şu an için Irak ordusunun, sahip olduğu ekipman, teçhizat ve donanım bakımından bunu yerine getirecek güçte olmaması Bağdat’ın Kuzey Irak’a dair alacağı kararların yatırım gücünü şimdilik zayıflatmaktadır.

Bölgesel yönetimin maruz kalacağı bu nüfuz ve etki kaybını kapatmak üzere Kuzey Irak’ın, coğrafi, ticari ve ekonomik anlamda yegâne çıkış noktaları olan Türkiye ve İran’la ilişkilerini iyileştirme ve geliştirme ihtiyacını hisssetmesi normaldir. Bu kapsamda, bölgesel hükümetin Başbakanı Behram Salih’in İran ziyareti, ardından Mesut Baarzani’nin geçen hafta sonu gerçekleştirdiği Tahran temasları bölgedeki güç dengelerinin yeniden şekillenmekte olduğunu göstermektedir. Mesut Barzani’nin bu ziyareti esnasında en dikkat çekici husus, ‘PJAK meselesinin kendileri açısından artık bittiğine ve Kuzey Irak-İran sınırında tam bir güvenliğin hâkim olacağına’ dair açıklamasıdır.

Mesut Barzani’nin yarın başlaması beklenen Türkiye ziyaretinin de öncelikli olarak, Kuzey Irak topraklarının PKK terör örgütü tarafından kullanılmasını engellemeye yönelik somut adımları öne çıkarması gereklidir. Irak’ın içinde bulunduğu geçiş sürecinin tetiklediği bu ziyaretin, bölgesel huzur ve barışa hizmet edebilmesi de ancak bu ön şartın gerçekleşmesi şartına bağlı olduğu açıktır. Bu bakımdan Barzani’nin İran ziyaretinde ‘PJAK meselesi bizim için bitmiştir’ derken gösterdiği kararlılığı PKK terör örgütü için de sergilemesi artık beklenmiyen bir gelişme değildir.
(Kaynak: Stratejik Düşünce Enstitüsü, 2.Kasım.2011)

Hiç yorum yok: