Irak’ta, BM Güvenlik Konseyi’nin yetkilendirdiği 1991 Körfez savaşı ile başlayıp ambargo ve uçuşa yasak bölgeyle devam eden müdahale süreci, 2003 yılında, BM’nin onayı alınmaksızın ABD ve İngiltere’nin yönettiği askeri bir işgale dönüşmüş ve neticesinde ülkede Saddam Hüseyin ve Baas rejimi yıkılırken yerine etnik ve mezhebi temelde farkılılaşan güç odaklarının etkili olduğu yeni bir siyaset sahnesi kurulmuştur.
Şimdi Irak’ta yeni bir dönemin başlangıcı ve sancıları yaşanmaktadır. Irak’tan ve ABD Başkanı Barak Obama’dan gelen açıklamalara göre, ülkedeki ABD askerleri bu yılsonuna kadar Irak’tan ayrılacaktır. Aslında bu takvim, imzalanan bir anlaşmayla 3 yıl önce başlamıştır. 2007-2008 yıllarında 160 binlere çıkan Irak’taki ABD askerlerinin tabii olacağı statü ve bağışıklığın hukuki bir belgeye bağlanması için ABD makamlarınca bir anlaşma hazırlanmış ve 2008 yılında Irak Hükümetine imza için sunulmuştur.
Başkan Bush’un son günlerinde imzalanan bu anlaşmayla ABD askeri personeli, Irak yargısından bağışıklık kazanırken, Irak’ta operasyonel anlamda rahat hareket etme imkânını garanti altına almıştır. Bununla birlikte, anlaşmanın 24üncü maddesinde, tüm ABD güçlerinin en geç 31 Aralık 2011 tarihine kadar Irak topraklarından çekileceği de öngörülmüştür.
Bu anlaşma, ABD askerlerinin Irak’taki durumunu ve dolayısıyla işgali meşrulaştırdığı gerekçesiyle özellikle Şii çevrelerden ciddi tepkiler almıştır. Irak’ta etkisi ve gücü olan Lübnan’lı Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah böyle bir anlaşmayı hiçbir hükümetin imzalamaya hakkı olmadığını açıklamıştır. Böyle bir anlaşma imza edilmiş olsa da, ABD güçlerinin Iraklıların büyük çoğunluğu tarafından işgalci güç olarak görülmeye devam etmesini engellememiştir.
Bu bakış açısının belki de tek istisnası ülkenin Kuzeyinde yaşayan Kürt nüfusun belli bir kısmıdır. Kendi geleceklerini Saddam’ın devrilmesinde gören Kürtler, işgal öncesi ve sonrasında ABD’yle kader birliği ederek ülkenin kuzeyinde hayalini kurdukları özerk bir yönetimin sahibi olmuş ve bugüne kadar ABD güçlerinin de desteğiyle nispeten güvenli bir iklimde yaşamışlardır. 2005 yılında kabul edilen Irak Anayasası, kuzey bölgesinin federal Irak’ın özerk bir parçası olduğunu teyit etmişse de, Erbil’le Bağdat arasında özellikle Kerkük ve Musul başta olmak üzere, petrol ve doğal gaz rezervleri bakımından zengin şehirlerin statüsü konusunda çekişmeler ve tartışmalar yaşanmaya devam etmektedir.
2009 yılından günümüze Irak’ın güvenliğinde ve siyasetinde göreceli bir düzelme ve toparlanma yaşanırken, şiddet eylemlerinde de gözle görülür bir azalma meydana gelmiştir. Böylece, daha önceki yıllarda durma noktasına gelen kamu hizmetleri ve ülkenin imarı faaliyetleri yeniden başlamış, ulusal güvenlik güçlerinin teşkilatlanmasına, eğitim ve malzeme tedarikine hız verilmiştir. Bu iyileşmenin de etkisiyle ‘Irak’ta ne aradıklarını’ kendi kamuyolarına bir türlü izah edemeyen onlarca ülke, askerlerini Irak’tan çekmiştir. Son olarak İngiltere de bu kervana katılmıştır.
2011 yılı içinde ABD’nin, Irak’ta en az 5-6 bin kişi de olsa askeri anlamda varlığını sürdürmek için Irak yönetimi nezdinde yoğun çaba harcadığını bilmeyen yoktur. Ancak Nuri El Maliki başkanlığındaki Irak Hükümeti bu yönde bir adım atmamış ya da atamamıştır. Bunda özellikle Mukteda El-Sadr gibi nüfuzlu Şii liderlerin gösterdiği tepkinin etkili olduğu söylenebilir. Ayrıca, işgal döneminde bazı ABD askerlerinin ve Black Hawk gibi ABD adına Irak’ta faaliyette bulunan paralı şirketlerin, ciddi insan hakları ihlallerine karışması, ABD’nin ülkede zaten olumsuz olan imajını tamir edilemeyecek bir hale sokmuştur. Bunun da ABD lehine alınamayan bu kararda etkili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu gelişmelerden en fazla rahatsızlık duyan, ülkenin kuzeyindeki bölgesel yönetimdir. Mesud Barzani, Irak’ta iç savaş endişesi duyduğunu ve bu riskin ortadan kaldırılması adına ABD’nin askeri varlığının 2011’den sonra da devam etmesi gerektiğini açıklamıştır. Bu cümlenin içinde sadece ülke içindeki Bağdat-Erbil çekişmesini değil terör nedeniyle kuzey Irak’a sınırlı askeri operasyonlarda bulunan Türkiye ve İran’ı da kastetmiş olma ihtimali yüksektir.
ABD Dışişleri Bakanı da, vermiş olduğu bir ropörtajda Irak ve ABD’nin yakın müttefik olarak kalmaya devam edeceğini belirterek Irak’ın komşularının bu ülkenin iç işlerine karışmaması gerektiği uyarısında bulunmuştur. Bu uyarının adresi Irak’ta nüfuzunu her geçen gün artıran İran’dan başkası değildir. Obama’nın başkanlık yarışındaki muhtemel rakipleri de, özellikle bu konuya dikkat çekerek, ABD’nin Irak’tan çekilmesinin ulusal güvenlik ve bölgesel çıkarları açısından ciddi bir zafiyet oluşturduğunu söylemektedirler. Ancak bu tepkileri verirken, ABD’nin askeri olarak Irak’ta mevcudiyetini devam ettirmesinin de, bölgedeki ABD muhalifliğini beslediğini unutmamaları gerekir.
Gelinen süreçte, Irak’ta bulunan 42 bin ABD askeri, araç-gereciyle birlikte yılsonuna kadar ülkeden ayrılacaktır. Bununla birlikte, ABD’nin yaklaşık 1700 personelle dünyadaki en kalabalık büyükelçiliği olan Bağdat Büyükelçiliği’nin korunmasında fiili olarak görev almak üzere 160 askerin ülkede kalmaya devam edeceği açıklanmıştır.
Bundan sonraki süreçte ise, Irak’la ABD arasındaki ilişkiler, ağırlıklı olarak ABD’nin Irak’taki diplomatik misyonları aracılığıyla sürdürülecektir. Bugüne kadar ABD Savunma Bakanlığının gözetiminde çalışan ABD’li özel güvenlik şirketlerinin durumu, ülkenin farklı şehirlerinde devam eden inşaat projelerinin sürdürülmesi gibi konular da artık ABD Büyükelçiliği’nin ilgilenmesi gereken öncelikli meseleler arasında girmiştir.
İki ülke arasında imzalanması planlanan silah tedariki anlaşmaları, Irak Meclisi’nde 4 yıldır bekleyen ve Batılı petrol şirketlerine önemli avantajlar sağlayan petrol ve doğal gaz kanun tasarısının akıbeti, Irak güvenlik güçlerinin eğitimi ve güvenlik alanında ABD uzmanlarından alınabilecek danışmanlık hizmetleri gibi konular iki ülke ilişkilerinde öne çıkacak hususlar olacaktır.
Diğer taraftan, Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimin hem Bağdat’la hem de Türkiye ve iran başta olmak üzere komşu ülkelerle ilişkilerini daha gerçekçi bir zemine taşıması beklenmektedir. İran’ın Kuzey Irak’ta yuvalanan PJAK’ı, önce yoğun askeri operasyonlar ve sonrasında da Kuzey Irak’taki bölgesel yönetimin eski başbakanı Neçirvan Barzani’nin arabuluculuğuyla etkisizleştirmesi, İran’ın Irak’ın kuzeyiyle ilişkilerinde daha baskın ve etkili hale geldiğini ortay koymaktadır.
PKK terör örgütünce gerçekleştirilen son terör saldırısını, Türk-Kürt kardeşliğine yapılmış bir eylem olaak değerlendiren ve kınayan Erbil yönetiminin, yine Neçirvan Barzani’yi devreye sokarak Kuzey Irak’taki PKK hedeflerine yönelik Türk ordusunun gerçekleştirmekte olduğu operasyona dolaylı da olsa destek vermesi, Kuzey Irak’ın, Irak’taki yeni duruma ve şartlara hızlıca adapte olabileceğini göstermektedir.
Irak’ı bekleyen tüm bu soru ve sorunların yanında, ülkenin geleceğini ilgilendiren çok kritik bir konu daha vardır. O da ülkede hızla yayılan ve yapılaşan yolsuzluktur. Yıllardır Yolsuzlukla Mücadele biriminin başında bulunan hâkim Rahim Al-Uqaili’nin geçen hafta istifa etmesi ve ederken de ‘yolsuzluğun Iraktaki güç mücadelesinin bir parçası olduğunu’ söylemesi, problemin ülkedeki siyasi tablodan ve çekişmeden bağımsız olmadığını ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi Tunus’ta başlayan Arap baharının tetikleyicisi bu ülkelerde yaygın olarak görülen yolsuzluk, adam kayırmacılık ve gelir adaletsizliğidir. Dolayısıyla, Irak’ın da bu tablodan ders çıkarararak en hızlı şekilde yolsuzlukla mücadeleye yönelik etkili tedbirler alması gereklidir.
(Kaynak: Stratejik Düşünce Enstitüsü, 25.Ekim.2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder